S, 1-18 BİRİNCİ KİTAP
ZEKÂ
Dil
söz konusu olduğunda öncelikle zekâdan söz edilmezse dil eğitiminde ve
öğretiminde isabetli yöntemlerin ve tekniklerin bulunması, oluşturulması ve
belirlenmesi mümkün olmayabilir.
Konumuz başlı başına zekâ olmamakla
birlikte zekâya genel olarak göz atmakta fayda vardır. Çünkü dil, zekânın hem ürünüdür ve hem de yeteneklerinden
biridir. Zekâ, dili oluşturur, dil de zekâyı çalıştırır.
1. TANIMLAR
Zekâ;
insanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç
çıkarma yeteneklerinin tamamı. (Türkçe Sözlük).
Zekâ, bazı
uzmanlar tarafından aşağıdaki şekillerde tanımlanmıştır: (Tanımların tamamı için kaynak: Toker)
Zekâ; iyi
akıl yürütme, iyi hüküm verme ve kendi kendini eleştirme kapasitesidir (A.
Binet).
Zekâ,
bireyin düşüncesini yeni durumlara bilinçli olarak uydurma yeteneğidir (W.
Stern).
Zekâ,
gerçek ya da olgular açısından iyi tepkilerde bulunabilme yeteneğidir (E.L.
Thorndike).
Birey
soyutu düşünebildiği ölçüde zekidir (L.M. Terman).
İşe vuruk bir tanımla zekâ, bireyin gayeli davranma, mantıklı
düşünme ve çevresiyle ilişkilerinde etkili olma kapasitesinin tümüdür (D.
Wechsler).
Zekâ,
bilme yeti ya da kapasitesidir (J.M. Baldwin).
Zekâ,
organizmayı çevresine uydurma (assimilatory) ve çevresini kendine uydurma
(accomodatory) ile ilgili etkileşimlerin olduğu kadar tüm duyusal, hareketsel
ve bilişsel nitelikteki ardışık uyumların yöneldiği denge durumunu kurar (J.
Piaget).
Zekâ; zor, karmaşık, soyut, ekonomik, amaca
uygun sosyal değer taşıyan orijinal etkinliklerde bulunma ve bu çeşitten
etkinlikleri, enerjiyi bir noktada toplamayı ve heyecansal güçlere dayatmayı gerekli
kılan durumları sürdürme yeteneğidir (G.D. Stoddord).
Zekâ,
yaşantıları bütünleştirme ve yeni durumlara uyumu sağlayan tepkilerde bulunma
kapasitesidir (F. S. Freeman).
Başka bir
açıdan zekâ; zihnî, hissî ve fizikî tepkilerden oluşan kompleks etkinlikler
olarak tanımlanmıştır. Buna göre zekâ,
a) Alışkanlıklar
(zihnî ve fizikî özel tepkiler),
b) Bilgi
(fikirler, gerçekler, prensipler ve diğer münasebetler).
c)
Duygularla karışık kontroller tavırlar, ilgiler, idealler, takdir kabiliyeti,
tavır ve hareket vb.) (Pars ve d.).[1]
Jean Piaget’ye göre, dil ve zekâ gelişimi çocukluğundan yetişkinliğine kadar
bir takım evrelerden geçerek oluşur. Yani gelişim sürekli değildir. Zekâ ve dilin oluşumunda çevre ile bireyin
ilişkileri ve etkileşimleri önemli yer tutar.
Ona
göre çocukta bilişsel yapı, dört evrede gerçekleşir:
1.
Duyusal motor dönem (0-2 yaş)
2.
İşlem öncesi dönem (2-5/6 yaş)
3.
Somut işlemler dönemi (6/7-11/12 yaşlar)
4.
Soyut veya formel işlemler dönemi (11/12 ve sonrası)
2. GENEL AÇIKLAMALAR
Zekâ;
bilinç, akıl yürütme, uyum sağlama, iyi tepkilerde bulunma, soyut düşünebilme,
bilme kapasitesi, çevreye uyum sağlama gibi anahtar terimlerle tanımlanmaya
çalışılmıştır.
Tanımlarda
geçen zihinsel etkinlikler arasında; dikkat, algı, hatırlama, çağrışım, akıl
yürütme, hayal gücü vb. terimlerin kullanılmadığı görülmektedir. Yukarıda yapılan her tanım, zekânın birkaç yönüne
işaret etmektedir. Başka bir söyleyişle zekânın tam olarak tanımlanamadığı
kanaatindeyim.[2]
Bununla
birlikte zekâda yer alan bütün unsurları sayarak zekânın genel ve özel
yeteneklerden oluştuğu şeklinde bir tanım da yapılabilir. Hatta başka türlü
tanımlar da yapılabilir. Burada ne zekâyı yeniden tanımlama ve ne de yapılmış
tanımları eleştirme gibi bir amaç güdülmektedir. Bunun yerine zekânın ne olduğu
etraflıca incelenmeye çalışılacaktır.
Zekâ,
birçok özel ve alt özel yeteneklerden oluşan soyut genel yetenek olarak
düşünülmekle birlikte beyinle tecessüm eder. Bir benzetme yapılacak olunursa,
zekâyı oluşturan yetenekler, beyinde bulunan bu yetenekleri biyolojik olarak
ifade eden ihtisaslaşmış hücre kümeleri olarak da düşünülebilir. Kısaca soyut
olan zekâ bütünlüğü, somut olan beyin bütünlüğü içinde varsaymak mümkündür.
Yani zekâ beyinle somutlaşır, dil ve dilin üretim gücüyle ve davranışlarımızla
kendini gösterir.[3]
İnsan beyninin çok az bir kısmının
kullanıldığı söylenmektedir. Bu doğru ise, zekânın belirlenebilen
yeteneklerinin dışında ne gibi başkaca yetenekler olduğu henüz keşfedilmiş değildir.
Zekâ
insanın; duygularını düşüncelerini, hayallerini konuşmasını, yazmasını, kısaca
bütün davranışlarını yöneten beyinle tecessüm etmiş soyut bir güçtür. Başka bir
açıdan zekâ, kişinin kendini, toplumu ve doğayı yönetebilme gücüdür.
Bu kitapta zekâ konusunun ele alınmasının sebebi, dille zekâ
arasında var olan ilişkidir. Zira dil, zekânın bir ürünüdür. Zekâ olmaksızın
dilin varlığı da düşünülemez. Dil ise zekâyı işleten ve kullanan bir unsurdur.
Ancak dil, bir yetenek olarak bunu yalnız başına yapmaz. Hafıza, algı, dikkat
gibi zekâyı oluşturan temel yeteneklerin her birinin bir diğerine bağlantısı,
dilin oluşumunda önemli rol oynar.
Zekâ, bir takım özel yeteneklerin birbirleriyle karşılıklı ilişkilerinden
oluşmuş ve beyin denen organla tecessüm etmiştir. Ama beynin bütün
fonksiyonlarını yürüten zekânın nasıl bir şey olduğuna ilişkin bazı kuramlar
ortaya konulmuşsa da henüz kesin olarak açıklanamamıştır.
Yukarıda da belirtildiği gibi zekânın ne olduğuna ilişkin tanımlardan
birini benimsemek tercihe bağlıdır. Konumuzu ilgilendiren en önemli husus,
zekânın nasıl çalıştığı ve dili oluştururken ne gibi etkiler yaptığıdır. Bu nedenle,
özel yeteneklerden bazılarının dil yeteneği ile ilişkileri ve her yeteneğin de
bazı alt özel yeteneklerinden söz edilerek yeni bir bakış açısı getirilmek
istenmiştir.
Beyin,
etten, kan damarlarından ve binlerce metre uzunluğunda sinir ağıyla ve kan
damarlarıyla birbirine bağlı milyarlarca hücreden ve nöronlardan oluşmuş bir
cisimdir. Beyin, zekânın somut bir veçhesi olarak gösterilse de zekânın bizzat
kendisini somut olarak göstermek mümkün değildir. Somutlaştırılacak olunursa
zekâ, birbirine bağlı milyarlarca hücrenin, değişik ve farklı yetenekleri
oluşturacak şekilde ihtisaslaşmış bir düzenlenmesi
(organizasyonu)dir. Ancak zekâ, soyut olmakla birlikte beynin soyut olan
işlevi (fonksiyonu)dir.
Zekâ,
beynin bir işlevi olsa da soyut (mücerret) olması sebebi ile farklı psikologlar
tarafından farklı tanımlar yapılmış ve farklı kuramlar ortaya konulmuştur. Buna rağmen hiç biri, bazı teorilerle zekâ
açıklanmaya ve anlaşılmaya çalışılmışsa da kesin bir sonuca varılamamıştır.[4]
Dış
dünyadan beş duyu organı ile alınan, hissedilen bütün uyarıcıların beyin
tarafından birtakım özel (spesifik)
işlemlere tabi tutulduğu bilinmektedir. Beyinde konuşma, hafıza, algılama,
dikkat vb. görevleri yapan milyarlarca hücre ve nöronlar, sinir ağı ve kan
damarları ile birbirine bağlanarak bir takım yetenek merkezlerini oluşturur. Bu
merkezlerden biri konuşma diğeri de işitmedir.[5] Her yeteneği oluşturan hücrelerin ve hücre
altı unsurların farklı farklı olduğu düşünülmektedir. Başka bir deyişle her
hücre grubu bir yeteneği oluşturacak yapıdadır.[6].
Dilin
oluşmasında ana temel olan işitme kulak denilen organın birtakım fizyolojik
etkinlikleriyle gerçekleşir. Yani işitme, işlevi beyinde gerçekleşen kulak
denilen organla gerçekleşir. Fakat konuşmanın görme ve işitmede olduğu gibi
somut bir organı yoktur. Ancak konuşma istek ve ihtiyacı belirdiğinde
akciğerlerden soluk borusu vasıtasıyla üflenen havanın ses tellerini
titreştirmesi, bu titreşimlerin ağız boşluğunda yankılanması ve bu yankılanmanın
dil, diş, dudak katkısıyla öğrenilmiş seslere dönüştürülmesiyle gerçekleşir.
Fizyolojik
olarak izahı yapılabilen konuşmanın zihin düzeyinde nasıl gerçekleştiği ise
esasen konumuzun başlıca mihveridir.
Çok
karmaşık yapısı olan başta konuşma olmak üzere dilin nasıl oluştuğunu
anlayabilmek için zekâyı incelemek gerekir. Çünkü dil, zekânın hem ürünü ve
işlevi hem de onun bünyesinde yer almış olan işletimcisi, dinamosu, parçası ya
da bürosudur. Dil olmadan zekâ olsa da, zekâ olmadan dil olmaz.[7] Dil, zekânın en somut görüntüsü ve
belirleyicisidir. Bu nedenle önce zekâ ile dil arasındaki ilişkiyi gösterme
bakımından zekâyı tanımak gerekir.
Doğuştan
veya çok küçük yaşlarda işitme yeteneğini kaybedenler “sağır olanlar”, çevresinde oluşan konuşma ve
diğer sesleri tanımadıkları için konuşamaz. Bu durum, onların zekâya sahip (zekî) olmadığı anlamına gelmez.
Nesneler, duyu organları yardımıyla da tanınır ve anlamlı hâle gelir.[8]
Görme yetisine sahip olan tam işitme engelliler –sağırlar- için işaret dili geliştirilmiştir.
İşaret dilini kullananlar gerek başkalarının söylediklerini ve gerekse bir
metinden okuduklarını işaret dili ile anlar ve anlatır. İşaret dili bir nevi tercüme dilidir.
İşaret dilinde esas, belirli sözcükler belirli işaretlere karşılık olarak
kullanılır. İşaret dilinden başka dudak okuma şeklinde de dil eğitimi yapılır.
Küçük yaşlarda
işitme yeteneğini kaybedenler, büyük
yaşta işitme yeteneğini kaybedenlere göre, daha az ses işittiklerinden daha sınırlı
olarak ses çıkarır. Bir kimse işitme yetisini ne kadar geç kaybetmişse o kadar
ileri düzeyde konuşabilir.
Ancak çok
zekâ geriliği –ileri derece zihinsel
engelli- olanlar, konuşma yetisini önemli derecede kullanamaz. Duygu ve
düşüncelerini yeteri kadar anlatamaz. Yaş ve tecrübesine göre sınırlı birkaç
sözcüğü ve kısa cümleleri söyleyebilir.[9]
Doğuştan
veya sonradan görme yetisini kaybedenler için altı nokta esasına dayalı
kabartma (brail) alfabesi geliştirilmiştir.
Zekânın ne
olduğu hâlen tartışılmakla birlikte çalışkan, yaratıcı, düşünebilen, hayal
edebilen, ezberleyebilen, algılayabilen, araç yapabilen ve kullanabilen, yeni durumlara
uyum sağlayabilen vb. birbiriyle ilişkili ve geçişli bir yetenekler kümesi
olduğu söylenebilir.
3. ÖNCEKİ ZEKÂ KURAMLARI
Eğitimciler,
psikologlar, filozoflar ve başkaca düşünürler zekânın ne olduğu üzerinde
düşünmüşler ve bir takım tanımlar yapmış ve onu somut olarak gösterebilmek ve
izah edebilmek için kuramlar geliştirmiştir. Bu kuramları kısaca açıklayalım.
A. J. LOKCE”UN BOŞ LEVHA KURAMI (1632-1704)
Zihnin yahut zekanın ne olduğu
üzerinde ilk somut bilgiye J. Locke”un açıklamaları ile karşılaşıyoruz.
Locke, zihnin boş ve beyaz bir levha
olduğu, görgülerin ve tecrübelerin bu boş levhaya kaydedildiğini ileri
sürmüştür.
Locke göre bu boş levha çocuğun dış
dünyadan aldığı duyumlarla ve görgülerle, tecrübelerle doldurulur. Bu bilgiler
gerek oldukça kullanılır.
Onun boş levha kuramının özeti
budur.
Locke, ilk defa zihinle ilgilenmiş
ve zihnin mahiyetini ve nasıl olduğunu açıkladığı gibi ilk defa psikolojik
terimleri de kullanmıştır.
“Locke”a göre bilginin kaynağı
tecrübedir, görgüdür. İnsanların ruhu
başlangıçta beyaz bir levha gibidir. Bunun üzeri dıştan ve içten gelen izlenimler
ve görgülerle doldurulur. Bu bakımdan çocukların hayatında görgünün büyük değeri
vardır.
Locke”nin dediği gibi zihin beyaz
bir levha ise ve duyumlar, görgüler, tecrübeler bu levhaya kayıt ediliyorsa,
nasıl oluyor da yeniden bilinç düzeyine geliyor? Yoksa Locke”un kast ettiği bu
beyaz levha hafıza mıdır?
Bilginin doğuştan gelmediği doğrudur.
Ama bilgiyi yalnız görgü ve deneylerle öğrenmeyiz. Okuma, dinleme de bilgi
edinmede tecrübeden daha fazla bilgi edinilmesini sağlar.
Locke, bu
görüşü ile bilginin kaynağı akıldır, diyen skolâstik görüşe kesin bir duruş
sergilemektedir.
B. GENEL ZEKÂ KURAMI
(tek faktör/yetenek teorisi)
Bu kurama göre zekâ, genel bir yetenek yani kabiliyettir. İnsanlar, belirli
uyarıcılar karşısında az-çok aynı tepkiyi gösterir. Bu durumda zekânın ölçülmesi
için davranışların ölçülmesi gerekmektedir.
Genel zekâ kuramına göre, bütün sözel, sayısal, sanatsal vs. denilen
yetenekler zekâ bünyesinde bir bütün hâlinde bulunur.
Bu kurama
göre zekâ bir bütün yetenek olarak bütün organizmayı ve zihinsel etkinlikleri
yönetir.
Eleştiri
Bu kuramda zekâ açık olarak izah edilememiştir. Buna bağlı olarak
da “zekâ” sözünden ne kastedildiği de anlaşılamamaktadır. Ayrıca örnek de
verilmemiştir.
Bu kuramda
zekâ, bütünüyle bir genel yetenek olarak kabul edilse bile bu başlı başına
zekâyı anlatabilecek yeterlikte değildir.
C. ÇİFT (İKİLİ) FAKTÖR KURAMI (Genel
ve özel yetenek)
Spearmen tarafından ortaya atılmıştır. Buna göre zekâ, bir genel yetenek
ve onunla ilişkisi olan yeteri kadar birbirleri arasında ilişki (korelasyon) olan davranışlardan meydana
gelir. Sayısal, sözel ve bir kısım davranışsal bir kısım müşterek (ortak) kabiliyetler yanında özel
kabiliyetlerin varlığını da kabul eder. Örneğin, müzik, resim yetenekleri gibi. Ortak yetenekler genel yetenek
olmak itibarı ile her insanda az-çok var olan yeteneklerdir. Buna karşılık
çeşitli el maharetleri, resim yapma, beste yapma vs. gibi yeteneklerin bazı
kimselerde daha başat olduğu bu kuramla ifade edilmiştir.
Bu yetenek
bazı kimselerde matematik, bazı kimselerde edebiyat, bazılarında resim,
bazılarında müzik vb. şekillerde tezahür edebilir. Bu görüşten zaman içinde
vazgeçilmiştir.
Bu görüşe
göre zekâ bir genel yetenek ile bir takım özel yeteneklerden teşekkül etmiştir.
Bu kurama
göre ülkemizde öğrenci seçmede zekâ testleri uygulanmıştır. Bu testlerle; sayısal işlemler, resimler arasındaki farklılıklar
ve benzerlikler (dikkat), aynada görüntü resimleri (algı), sözcük eşleştirme
(dil) gibi özel yetenekler anlaşılmaya çalışılmıştır.
Eleştiri
Bu
kuramda, yine genel yeteneğin ne olduğu ve özel yeteneklerin ne olduğu da açıkça
belirtilmemiştir. Ancak resim, müzik gibi birkaç yetenek sayılabilmiştir. Ama
bu yeteneklerin tamamının ne olduğuna ilişkin açıklamalar yeterli değildir.
Ç. ÇOKLU ZEKÂ TEORİSİ [10]
Thorndike tarafından ortaya atılmıştır. Ona göre zekâ, birçok özel kabiliyetten
meydana gelmiştir, ancak her sahada genel olarak aynı düzeyde başarı gösterilemez. Birtakım test sonuçlarını
tahlil ederek zekânın bağımsız ve tamamen özel yeteneklerden meydana geldiği sonucuna
vardı.[11]
Bu kurama
göre zekâ, biçimsel olarak bir prizma gibi düşünülmüştür. Bu prizmanın içinde
zekânın çeşitli fonksiyonlarını gösteren yetenekler gösterilmiştir.[12]
Aşağıda
gösterildiği gibi bu prizmada zekânın 120 yeteneği olduğu ileri sürülmüştür
(6x5x4). Ancak şekilden de anlaşılacağı üzere bunlardan çok azı
adlandırılmıştır. Dil bu gösterimde başlı başına bir yetenek olarak düşünülmemiştir.
Bununla birlikte adlandırılan yetenekler arasında dil yeteneğini dolaylı olarak
gösteren özel yetenekler belirlenmiştir. Aşağıdaki şekli inceleyiniz.
Çoklu zekâ
kuramının şematik görünüşü.
|
![]() |
|||
Buna göre
zekâ;
işlemler, ürünler ve muhteva olmak üzere üç ana boyutta
belirlenmiştir.
Eleştiri
Konumuzu
ilgilendiren genelde dil, özelde konuşma ve dinleme bir yetenek olarak
gösterilmemiştir. Ancak; işlemler boyutunda bellek ve biliş; ürünler boyutunda
sınıflama; muhteva boyutunda figürler,
semboller, anlam ve davranışlar şeklinde belirtilmiştir. Semboller, anlam ve
davranışlar gösterilmiş, ancak konuşma, hafıza, algı, hayal gücü vb.
yeteneklere yer verilmemiştir.
Çoklu zekâ
teorisine göre zekânın yukarıda gösterildiği şekilde olduğu varsayılırsa,
konuşma ve işitme yeteneğinin izah edilebilir olmayacağı görülmektedir. Oysa
zekâ ile işitme ve konuşma yeteneği ile okuma ve yazma becerisi arasında bir
ilişki vardır ve bunun açıklanması gerekir.
Bu
kuram öncekilere göre daha açık görünmekle birlikte zekâyı çoklu kılan
yeteneklerin tamamı gösterilememiştir. Buna ilişkin yukarıdaki açıklamalarda da
görüldüğü gibi 120 faktör olarak gösterilen zekâyı oluşturan her faktör
adlandırılmamıştır.
D. ÇOK FAKTÖR KURAMI
Gardner,
Thorndike’ın 120 faktörlü zekâ kuramını 7 faktörlü zekâ kuramı şeklinde izah
etmiştir. Sözü edilen 7 kategori ve sonradan eklenen 8. Unsur, aşağıdaki
gösterilmiştir. Esasen 120 faktör zekâ kuramının, yukarıda
da belirtildiği gibi tamamı adlandırılamamış, bunlardan sekizi Gardner
tarafından adlandırılmıştır. Ancak Gardner’in zekâ olarak adlandırdığı unsurlardan
bazıları, aşağıda da gösterileceği gibi sonradan öğrenilen becerilerdir. Bu
beceriler ve alışkanlıkların çoğunu, öğrenebilme yeteneği ile izah etmek daha
doğru olur.
Ancak,
çoklu zekâ olarak ileri sürülen kuramda toplamda sözü edilen 8 çeşit (farklı) zekâ;
aslında çoklu zekâ değil, “çok faktörlü zekâ” demek daha uygun
isimlendirmedir. Son zamanlarda bu konuyla ilgili olarak yayınlarda önemli yer
tutan 8 çeşit zekâ şeklinde yapılan sınıflamada zekâ olarak gösterilen faktörlerden hemen hemen hiç biri gerçekte zekâyı tanımlamamaktadır.
Örneğin
ritmik zekâ olarak belirtilen ritmik duyum ve vuruşlar genel ifade ile ritmik
davranışlar, doğuşta çocukta bir zekâ olarak değil bir yetenek olarak vardır.
Bu yetenek işitme duyumu ile elde edilen ve algıda oluşan tekrara dayalı yine
işitsel ve bedensel davranışlardır. Ritmik duyumlar, sonradan kazanılabilen
işitsel temelli bir yetenektir. Bir şarkının ritmini yakalama veya bir güfteye
ritim uygulama “kulak eğitimi” ile gerçekleşir. Ritim, esas itibarı ile hem ana
dilde hem de tercüme amacıyla öğrenilen yabancı dili konuşma düzeyinde
kullanmada oldukça önemlidir. [13]
Aşağıda
bazı yazarlar tarafından çoklu zeka bazıları tarafından çok faktörlü zeka
kuramı olarak belirtilen temel 8 faktör gösterilmiştir. Eleştiriler ise ayraç
içinde belirtilmiştir.
1.
Sözel - Dilsel Zekâ: (“Sözel ve dilsel zekâ” olarak adlandırılan
bu faktör bir zekâ çeşidi değil bir yetenektir. Dil-zekâ ilişkisi söz konusu
olduğunda işitme ve konuşma birer yetenektir. Ama okuma ve yazma her ne kadar
beceriyi kullanabilme yeteneği olsa da yine de birer beceridir ve sonradan
öğrenilir. Yani bu beceriler zekâ ile dolaylı olarak ilgilidir. Eğer, yine de
dili bütünü ile düşünsek dahi dil, bir zekâ türü değil zekânın bir ürünü ve dil
de zekâyı belirleyen, görüntüleyen ve yansıtan bir unsurdur. Dili bizzat zekâ
olarak görmek mümkün değildir. Ancak konuşma ve dinleme bir yetenek olarak
alınabilir. Dil, bütünüyle yetenek değildir. Çünkü dilin varlığı içinde yer
alan okuma ve yazma birer beceridir. Ancak işitme ve dinleme, dili oluşturan
yeteneklerdir.)
2. Mantıksal - Matematiksel Zekâ: (Mantık,
düşünme yeteneğinin bir ürünüdür. Kabul edilmiş, denenmiş, yaşanmış olaylara
ilişkin doğru ile yanlış bilgiyi veya düşünceyi inceler. Buna göre bir bilgi
veya önerme, ya doğrudur ya yanlıştır. Başka bir söyleyişle bir bilgi hem doğru
hem yanlış olmaz. Su 100 C derecede kaynar. Bu önerme denenmiştir. İstanbul
1453 yılında fethedilmiştir. Bu önerme de yaşanmıştır. 2x2=4 işlemi ise kabul
edilmiştir. Mantık bir başka yönden de bilgi edinme veya bilgi üretme yoludur.
Tümevarım, tümdengelim, analoji yoluyla yeni bilgiler üretilir.)
3. Görsel - Mekânsal Zekâ: (Özellikleri bakımından resimlerle,
şekillerle düşünebilme, görsel dünyayı algılayabilme, şekil, renk algıları
olarak açıklanan bu zekâ türü, aslında algılama ve tasarlama ile ilgilidir.)
4. Bedensel - Kinestetik Zekâ: (Bedensel
etkinlikler ve kasları kullanma gücü olarak beslenme eğitimle
ilgilidir. Hâliyle bir zekâ türü değildir. Ancak
bedensel veya kinestetik ezberden söz edilebilir. Bu da hafıza yeteneği ile
ilgilidir.)
5. Müziksel - Ritmik Zekâ: (Bu da bir özel
yetenektir.)
6. Kişisel - İçsel Zekâ: (Kendimiz hakkındaki
düşüncelerimizi şekillendirmek olarak tanımlanmıştır. Bu da bir zekâ türü değildir.)
7. Kişilerarası - Sosyal Zekâ: (Özellikleri ve
tanımı yapılırken sosyal ilişkilerden söz edilmektedir. Sosyal ilişkiler genel
olarak yaşanarak öğrenilen davranışlardır. Uyum yeteneği olarak tanımlanabilir.
8. Doğa - Varoluşcu Zekâ :(Canlıları ve doğayı
sevme de bir zekâ değildir. Genel olarak öğrenmeye dayalı bir
duygudur.)
Yukarıda
her biri bir zeka türü olanak gösterilen özelliklerin, esasen alışkanlık, algı,
düşünme gibi zekânın birer yeteneği veya sonradan öğrenilmiş davranış, düşünce
ile ilgili olduğu görülür.
Burada bir
terminoloji karmaşıklığı görülmektedir. Çoklu
zekâ ile çok faktör zekâ
birbirinden farklıdır. Yukarıdaki anlatımdan çoklu zekâ değil, zekânın birden
fazla olduğu görülmektedir. “Zekâ” sözcüğünün çoğulu yoktur, bu nedenle bir tek
zekâdan söz edebiliriz. Çoklu zekâ sözünden ise zekânın birden fazla yetenekten
oluştuğu şeklinde anlaşılmalıdır. Hafıza, algı, düşünme vs. gibi faktörleri
birer yetenek olarak görmek daha uygundur.[14]
E. ÜÇ BOYUTLU ZEKÂ
KURAMI
Başaran’a
göre, J. P. Guilford tarafından ileri sürülmüş olan üç boyutlu zekâ kuramında
sözü edilen boyutları şunlardır:
1- İşleme boyutu, kişinin yaptıklarından
oluşur. Bu boyutu şunlar oluşturur:
a.
Biliş, bazı şeylerin var olduğunu bilme;
b.
Bellek, daha önce ne bilindiğini anımsama;
c.
Yakınsak düşünme, soruna bulunan çözüm seçeneklerini teke indirmek için içeriği
örgütleme;
d.
Iraksak düşünme, içinden
sorunun çözümü için tek ve doğru seçeneği
bulmak için birden fazla seçenekler sunma;
e.
Yapılanları yargılamak ya da karar vermek için değerlendirme.
2- İçerik boyutu, işlemeye gerekli olan
nesnelerden oluşur. İşlemenin oluşabilmesi için şunlar gereklidir:
a.
Dilin sözcükleri;
b.
Sayısal ve kavramsal simgeler;
c.
Değişik rakamlar, örüntüler ye de biçimler;
d.
Kişinin kendine özgü davranışları.
3- Ürün boyutu, içerikte bulunanlardan
birinin ya da birden çoğunun işlenmesiyle elde edilen çıktı ya da sonuçlardan
oluşur. Bu boyutu da şunlar oluşturur:
a.
Bilintilerin birleştirilmesiyle elde edilen bilinti birimleri (units);
b.
Birimlerin kümelendirilmesiyle elde edilen bilinti sınıfları;
c.
Sınıfların arasındaki
benzerliklerin, ayrılıkların ve olumsallıkların
karşılaştırılmasıyla bulunan ilişkiler;
d.
İlişkilerin kümelendirilmesiyle elde edilen biliş sistemleri;
e.
Biliş sistemlerinin dönüşümüyle elde edilen kavramlar;
f.
Henüz gözlenmemiş durumlara kavramları yansıtarak uygulamak.
Eleştiri
Bu
kuramda yetenekler ve öğrenilenler ve akıl yürütme yoluyla elde edilen bilgiler
birbirine karıştırılmıştır. Örneğin işlem boyutunda “biliş” bilme olarak
açıklanmıştır. Bilme ile biliş birbirine karıştırılmıştır. “Bellek” hafıza
olarak öğrenilenleri ve ezberlenenleri saklayan bir yetenektir. “Çok ve çeşitli
çözüm seçenekleriyle içeriği zenginleştirme” ifadesi tezattır. Zira çözüm
önerisi bulma içeriği zenginleştirmez, içeriğin zenginleşmesi çözüm önerilerini
çoğaltır. Bunun gibi “içerik” boyutunda sözcükler, kavramlar, simgeler
öğrenilen unsurlardır. Bu gibi unsurlar, zekânın algılama ve öğrenme yeteneği
ile ilgilidir. Diğer unsurlar da bundan farkı değildir.
F. SALKIM TEORİSİ
Thirston tarafından ortaya atılmıştır. Thirston zekâ testlerini yeniden
gözden geçirdi ve bunları analiz etti. Bu analiz sonucunda dil yeteneği, kelime anlama, kelime
dağarcığı, anlama, okuma, ifade, teori geliştirme, benzerlik, zıtlık, soyutlama
gibi unsuların önemini ortaya koydu. Bu gibi yetenekler arasında olumlu
korelâsyon olmakla birlikte bunun %100 olmadığını belirtti. Bireylerin harekî koordinasyonlarının
birbirinden farklı olduğunu gördü
(bireysel farklılıklar). Zekâyı meydana getiren ve aralarında koordinasyon olan
kabiliyetlerin bir salkım halinde olduğunu düşündü. Örneğin müzik, resim vs.
hep birlikte yetenekler salkımıdır, yetenek birimi değildir. Kısaca bir özel
yetenek, bir bütün değil, özel yetenekler kombinasyonudur.
Eleştiri
Bu kuram, çoklu zekâ kuramının biraz daha gelişmiş ifadesi olmakla
birlikte kelime dağarcığını zekâya ilişkin
yetenek olarak göstermek doğru olmaz. Bu gibi unsurlar, zekâ olmaksızın elde edinilmese
de zekânın doğuştan getirilen bir yetenekler manzumesi olduğu dikkate alınırsa,
sonradan edinilen bilgiler ve beceriler zekâyı izah etme bakımından yeterli
olmaz. Dil, başlı başına bir yetenek olarak görülmemelidir. Diğer görüşlerde de
olduğu gibi dil genel olarak zekâ olarak görülmektedir. Oysa dil kendi başına
bir zeka değil, işitme ve konuşma yeteneğinin bir ürünüdür. Dile ilişkin bir başka
unsur olan okuma ve yazma ise zekâ ile kazanılabilen ancak bir yetenek olmayan
becerilerdir.
Birer dil unsuru olan kelime dağarcığı, anlama, okuma, ifade, teori geliştirme,
benzerlik, zıtlık, soyutlama gibi unsuların önemini ve bunlar arasındaki
korelasyonun tam olması dilin doğru ve tam kullanılması bakımından önemlidir.
Bu nedenle Thirston’un söylediği gibi bu unsurlar arasında %100 korelasyon,
öğretimin başlangıcında olmasa da yaş ve sınıf seviyesine göre bu korelasyonun
en az %85-90 oranının üzerinde olması gerektiğini düşünüyorum.[15]
Çoklu zekâ
veya salkım teorisi hem zekâyı tam anlatamamakta hem de zekâ ile dil ilişkisini
yeteri kadar göstermemektedir.[16] Her ne kadar figürlerden, sembollerden ve
kavramlardan söz edilse bile dilin bütününe yönelik unsurlara yer
verilmemiştir. Ayrıca zekânın unsurları olan çağrışımlar, hayaller, istemli
davranışlar, irade, resim ve müzik, akıl yürütme, mantık gibi özel yetenekler
de burada tam ve açıkça görülmemektedir. En azından özel yetenekler arasında
bir bağlantı olmadığı ifade edilmiştir. Başka bir söyleyişle, her yetenek
bağımsız –ayrı ayrı- kompartmanlar gibi görülmüştür. Hatta özel yetenekler,
birbirlerinden keskin hatlarla ayrılmış gibi gözükmektedir.
Bunun
yanında hayal etme, sezgi, refleks, içgüdü, hayal kurma gibi doğuştan gelen
veya sonradan edinilen yeteneklerden söz edilmemiştir.
Zekâ
bir, iki, üç vs. gibi boyutlarla izah edilemez. Zekâ görülebilen yönleriyle
bile sayılamayacak kadar çok yetenek ve alt yeteneklerden ibaret enerjik bir
güçtür. Bu enerjik güç, yüzlerce yeteneğin ve alt yeteneğin değişik ve farklı
düzeylerde oluşturduğu bir organizasyon (işbirliği)
ve denge ile çalışır.
Sonuç
Bugüne kadar ileri sürülmüş kuramlar zekânın ne ve
nasıl olduğunu belirleme ve açıklama bakımından yetersiz kalmıştır. Kuram
olarak ileri sürülen görüşlerden bazıları öğrenme ile ilgili, bazıları
ise bir yeteneği tanımlamaktadır.
Bu çalışmada zekanın ne olduğu değil nasıl olduğu ve
nasıl oluştuğu üzerinde durulacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi pedagoglar,
eğitimciler ve diğer ilgililer zekaya ilişkin tanımlar yapmışlardır. Ancak
nasıl olduğu üzerinde ise değişik görüşler ortaya koymuşlardır.
Tek faktörlü zeka kuramından çoklu zeka kuramına
kadar ortaya atılan görüşler zekanın nasıl olduğuna ilişkin kesin cevaplar
bulamamışlardır.
Ayağıda ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız
Küresel Zeka Kuramının esası şudur: Zeka yüzlerce ve hatta belki de binlerce
yetenekten oluşur. Belki de henüz keşfolmamış yüzlerce yeteneğimiz vardır. Bu
kuramda psikoloji bilminin verilerine dayanılarak bilinebilen yetenekler
üzerinde durulacaktır.
İnsan ve hayvan yavrusu üç genel yetenekle doğar.
Bunlar; 1. İçgüdüler, 2. Refleksler, 3. Zekâ.
İçgüdüler hayatın devamlılığı, refleksler korunma ve
zekâ ise mutlu ve huzur içinde yaşama sevinci için vardır. İçgüdüler, hayatiyetin
devamlılığı için kendi içinde farklı derecelerde ayrıştırılsa ve eğitilebilse
de refleksler eğitilemez ve öğretilemez. Zekâ ise her yönü ile eğitilebilir ve
öğretilebilir özel yeteneklerden teşekkül eder.
Buna göre insan hayatı içgüdü, refleks ve zekâ
tarafından yönetilmektedir. Bu durumun, daha sonra açıklanacağı gibi esasen bitkilerde
ve hayvanlarda da olduğu görülecektir.
KÜRESEL ZEKÂ KURAMI
Giriş
Deneysel
ve kuramsal olarak psikolojinin bildirdiğine göre insan, belirli bir genel zekâ
gücüne (IQ) sahip olarak doğar. Hayvanlarda da doğuştan kazanılmış birtakım
yetenekler vardır. Her yetenek, birbiriyle ilişkilidir. Bir yetenekte yer alan
alt yetenekler de yine birbiriyle hem de diğer özel yeteneklerle ilişkilidir.[17]
İnsanlar,
doğmadan öncesinden refleksleri ve iç güdeleri de bünyesinde bulunduran şu anda
adını bildiğimiz veya bilmediğimiz yüzlerce yetenekle doğar. Bu yetenekler en
başında bütün insanlarda eşittir. Gerek
doğum öncesi ve gerek doğum sonrası etkileşimler ve koşulların getirdiği olanaklarla
yeteneklerin kullanımları farklılaşır. Bu nedenle zannedildiği gibi zekâ
gelişmez, ancak bu yeteneklerin kullanım kapasitesi, olumlu çevre-eğitim
koşulları ile doğuştan getirilen mevcudun en üst derecede kullanımı sağlanabilir.
Bunun tersi de doğrudur. Mevcut kapasite olumsuz şartlarda daha düşük
kapasitede kullanılır. Ancak bu durum iç güdü yetenekleri için doğru olsa bile,
refleksler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Zira iç güdülere eğitimle az-çok
müdahale edilebilir ama refleksler için bu söz konusu olmaz. Refleksler her
durumda kendi başına ve bağımsızdır.
Bu
ilişkiler dikkate alındığında zekâ, bir takım özel yeteneklerin birbiri ile bir
ağ gibi bağlanarak oluşturduğu bir organizasyon –düzenleme- olarak görülür. Bu
durum, uyaranların alınmasından, bunların zekânın en önemli belirteci ve ürünü
olan dil yeteneğinde tecessüm etmesine kadar her özel yetenek bir sonraki ile
bağlanarak oluşur. Örneğin dikkat yeteneğinin düzgün ve görevini yapacak
şekilde çalışmaması –arızalı olması-
algı yeteneğinin ve giderek, düşünme, anlama vs. yeteneklerinin de doğru
çalışmamasını sağlar. Bu durum, özellikle hafıza yitimlerinde daha açık görülür.
Hafızasını kaybeden kimse geçmişte kazandığı hatıralarını, bilgilerini, tanıdıklarını
tam ve doğru hatırlayamaz. Dil yitimi
olanlar da hatıralarını ve bilgilerini anlatamaz, daha doğrusu konuşamaz.
Bu açıdan
bakıldığında zekâ, özel yeteneklerin birbiriyle ilişkilerinden oluşan ve
birbirini etkileyen ve oluşturan bir takım özel yetenekler kompozisyonudur.[18]
Küresel
kuram adını verdiğim bu kurama göre özel yeteneklerin ve alt özel yeteneklerin
birbirini nasıl etkilediği ve birbirlerine nasıl geçişler yaparak bütünleştiği
1 numaralı şemada gösterilmiştir. Şematik gösterimleri, konunun daha doğru
anlaşılması bakımından üstünde çalışmaya değer olarak buluyorum.[19]
Biyolojik
olarak konuşma ve hafıza gibi yeteneklerin beyindeki merkezleri bilindiğine
göre, küreye benzeyen beynin yapısına uygun olarak bu görüşe “küresel
kuram” adı verilmiştir. Zekâ, daire şeklinde
şema olarak gösterilmekle birlikte bunun bir küre gibi düşünülmesi uygun
olacaktır. Özel yetenekler birbirleriyle bağlantılı ve geçişli olan prizmalar
şeklinde gösterilmiş olup bu yapı bir küre olarak tasavvur edilebilir.[20]
Zekâ, bir
insanın düşüncesini, konuşmasını, ezberlemesini, öğrenmesini, anlamasını,
anlatmasını vs. içeren bir genel yetenek olarak düşünülebilir. Bu genel
yetenek, yukarıda sayılan özel yeteneklerden oluşan ve birbirleriyle bağlantılı
bir yetenekler küresi (yumağı) gibi
de tasavvur edilebilir.
Bu açıdan
bakıldığında bu kuram; oluşumu bakımından genel zekâ kuramını, ikili zekâ
kuramını, salkım kuramını ve çoklu zekâ kuramını; yapısı bakımından J. Lock’un
zekânın doğuştan beyaz bir levha gibi düşündüğü zekâyı bir küre biçiminde
görmektedir. Başka bir açıdan bakıldığında bir eklektik kuram olarak da anlaşılabilir.
Zekâ
devamlı enerjik-hareket hâldedir ve bütün özel yetenekleri içerir. Zekânın işlev
merkezi beyin olmakla birlikte varlığı görülmeyen özel yeteneklerden yumak
biçiminde oluşmuş bir özel yetenekler manzumesidir. Bu yetenekler çağrışım
yeteneğiyle birbirine bağlıdır ve dil tarafından yönetilir.
Bu kurama göre zekâ, biyolojik olarak birbirine nöronlarla, kan
damarları ile bağlı ve yeri beyinde olan hücrelerle sarmalanmış bir özel
yetenekler ve alt özel yetenekler yumağı gibidir. Sarmal hâle gelmiş özel
yetenekler kompozisyonu bu anlamda genel yetenektir.
Yeteneklerin ve alt özel yeteneklerin tamamını göstermek için çok
büyük bir şema çizmek gerekir. Tasarladığım böyle bir şemeyğ çizmek mümkün görünmemektedir.
Bu nedenle daha ziyade dille ilgisi olan özel gösterilmekle yetinilmiştir.
Yetenekler, çerçevelerde kırmızı büyük harflerle, bunların alt
özel yetenekleri ise siyah küçük harflerle gösterilmiştir. Harflerle gösterilen
oklar ise özel yeteneklerin bağlantılarını (bir
anlamda da organizmanın başlıca iletişim aracı olan sinirleri)
göstermektedir.
Dille ilgisi olmayan hemen hemen hiç bir özel yetenek yoktur.
Hayallerimizi ve rüyalarımızı bile dille görürüz.
Zekâ dili yaratır, dil ise zekâyı somutlaştırır ve kullanılabilir
hale getirir.
Piaget, zekâ-dil gelişimini yukarıda söylendiği gibi
dört safhada görmüştür. Ancak sonrakiler tarafından ortaya atılan bilişsel, duyuşsal
ve zihinsel gelişimi ve davranışları nasıl yönetildiği açıklanmamıştır. Bu davranışların
çocuğa kazandırılabilmesi için yararlanılacak hangi yöntemlerinin ve
araçlarının kullanılmasının gerekeceği yönünden açıklamaya ihtiyaç duyulmaktadır.
İnsan, doğarken istemli veya istemsiz olarak
birtakım bedensel hareketleri yapabilme yeteneğine sahiptir. İçgüdüsel ve
reflekssel hareketler de buna dâhildir. Örneğin doğar doğmaz gözlerini kırpmaya
başlar. Elini-kolunu ve ayağını hareket ettirir. Buna karşılık muayyen bir
yaşa ve olgunluğa ulaşmadan muayyen bedensel hareketlerde veya zihinsel
etkinliklerde bulunamaz. Örneğin konuşamaz,
düşünemez, tahmin yapamaz, dikkat etmez. Bun gibi, işitme yeteneği doğuştan
olsa da konuşma yeteneği boştur ama çalışmaya hazırdır. Dikkat, algı, düşünme
gibi yetenekleri de aynı şekilde boştur ve dış dünyadan bilgileri almaya
hazırdır ama bunlar da belirli bir yaş ve olgunlukla ilgili olarak genel bir
yetenek olan zekâ tarafından kullanılmaya başlanır.
İnsan, biyolojik olarak beynin de içinde bulunduğu
bir bedendir. Ancak beynin hücrelerinde ve alt hücrelerinde yahut genlerinde
bazıları bulunmuş birtakım merkezler olmakla birlikte örneğin hafızayı bizzat
somut olarak gösteremeyiz. Yani hafıza olan merkezi veya konuşmaya ilişkin
merkezi görebiliyoruz ama gerçekte hafızanın veya konuşmanın ne olduğunu bilmiyoruz.
Esasen zekâ kuramları da bunları bilebilmek için oluşturulmuş görüşlerdir.
Bununla ilgili bir açıklama yapacak olursak, zekâ
esas itibarı ile duyuşsal ve bilişsel davranışları yöneten bir güç veya
enerjidir.
Bu kuram,
1 numaralı şemada küre görünümlü anlaşılmak üzere daire biçiminde, 2 numaralı
şemada ise yatay olarak, 3 numaralı şemada ise dille doğrudan ilgili görülen
özel yetenekler ve birbiriyle ilişkileri izah edilmeye çalışılmıştır.
[1] Bu açıklamalar iler bölümlerde bedensel, zihinsel ve
duygusal davranışlar olarak da açıklanacaktır.
[2] Oysa tanım, efradını cami, ağyarını mani olmalıdır.
Yani, benzerlerini ve yakınlarını tanımın içine almalı, diğerlerini dışarıda
bırakmalıdır. Yukarıdaki tanımlar incelendiğinde zekânın bünyesinde yer alan
bütün yeteneklere yer verilmediği gibi bir zekâ unsuru olmayan bazı terimler de
bu tanımlarda kullanılmıştır.
[3] Dilin üretim gücünden maksat, kişinin sahip olduğu ve
özellikle kelime dağarcığına bağlı olarak yeni bilgilere ulaşma, yeni bilgiler
üretme ve bunları ifade edebilmektir. Keşiflerin ve icatların temelinde de bu
unsurlar yani dil vardır.
[4] Bir kısmı önceki görüşlere dayansa da bu çalışmada
ortaya konulan zekâya ilişkin görüşlerin nihaî olduğunu söylemek hem doğru hem
de mümkün değildir.
[5] Her ne kadar daha sonra dil; dinleme, konuşma, okuma ve
yazma olmak üzere ört bölümde incelense de dilin olmazsa olmazı dinleme ve
konuşmadır. Bu ikisinin birer yetenek olmasına karşı okuma ve yazma birer beceridir.
[6] Pratik olarak bilinmemesine rağmen, teorik olarak
hücrelerin de bir takım hücre altı unsurlarının olabileceği düşünülmektedir.
[7] Hindistan ormanlarından birinde bulunmuş olan
kendilerine Amela ve Kamela denilen iki çocuk, ormanda 15-16 yaşlarına kadar
yaşamayı becermişlerdir. Bu, onların çevreye uyum sağladıklarını,
beslenmelerini gerçekleştirdikleri vb. yönlerden bakılacak olunursa onların
belirli bir düzeyde zekâya sahip oldukları açıktır. Ancak bulunduklarında
konuşmaya dayalı sesler işitmedikleri için konuşma becerilerinin olmadığı
görülmüştür. Bu durum, dilin sonradan ve bir dilin konuşulduğu çevre ortamında
gerçekleştiğini gösterir. Bu çocuklar, 2-3 sene gibi bir zamanda çeşitli yönlerden
ve ayrıca dil eğitimine tabi tutulmuşlar. Bu süre içinde ancak 2-3 yaşlarındaki
çocuklar kadar sınırlı sayıda kelimelerle konuşma yapabilmişlerdir. Çocuklar bu
eğitimi tamamlamadan ölmüşler.
[8] Belki, başka bir münasebetle de tekrarlanacağı gibi Helen
Keller, sağır olduğu için konuşamıyordu (dilsizdi) hem de kördü. Hatıralarını
anlatırken, onun mürebbiyesi (eğitimcisi, hocası, yardımcısı)nin, bir nesneyi,
örneğin bardağı eline vererek dokunma yoluyla tanımasını ve adını da avucuna
yazması ile nesnenin adının söylenişini, yazılışını ve anlamını öğrenmiştir.
Daha ileri yaşlarda bu yolla edindiği dil sayesinde akademik çalışmalar yapmıştır.
Bunun gibi küçük yaşta çiçek hastalığından dolayı görme
yetisini kaybeden Doç. Dr. Mithat Enç de benzer şekilde eğitim görmüş ve eşi Sebahat
Hanımın yardımı ile akademik çalışmalar yapmış ve ABD’de öğrenim görmüştür.
Hatıralarını “Karanlığın İçinden” isimli bir kitapta yayınlamıştır.
[9] İşitme engellilerle körlerin problemleri farklıdır.
İşitme engelliler için “Sağırlar Okulu”, körler için de “Körler Okulu”
açılmıştır. Ancak zihinsel engellilerin durumu bunlardan daha farklıdır. Talim
ve Terbiye Kurulunda çalışırken hazırladığım “Özel Eğitim Kurumları
Yönetmeliğinde” eğitilebilir düzeyde zekâya sahip olanların “kaynaştırma” yani
normal öğrencilerle birlikte eğitim görmesi önerisi getirilmiştir. Sonradan bu
gibi engelli çocuklar özel eğitim kurumlarında öğrenim görmeye başladı. Mevcut
uygulamanın ne kadar doğru olduğu tartışılmalıdır. Zira bu çocuklar, hayatlarını
diğer çocuklarla birlikte yaşayacaktır. Bu çocukların toplum tarafından kabulü
ise kaynaştırma usulü ile eğitimlerinin doğru olacağını düşünüyorum.
Burada sözü edilen kör ile görme engelli farklı
düzeylerdeki görememeyi ifade etmektedir. Kör, doğuştan veya çok küçük yaşta
görme yeteneğini kaybetmiş kimseler için kullanılmalı, görme engelli ise daha
az düzeyde görebilenler için kullanılmalıdır.
[10] Çoklu zekâ kuramı, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından
bir öğrenme yöntemi veya kuramı gibi anlatılmıştır. Bu yanlış bir düşüncedir.
Çoklu zekâ kuramı bir öğretme veya öğrenme yöntemi değil, zekâyı tanımlamak
üzere ileri sürülmüş bir kuram/tezdir.
[11] Bu kuramlar bir bütün olarak incelendiğinde her birinin
zekânın ne olduğunu anlamada ve anlatmada adeta birbirini tamamlayan yönlerinin
olduğu kolayca görülebilir. Bazı yönlerden ise farklılıklar vardır. Örneğin
gerek iki ve gerekse çok faktör kuramında bir kimsenin her sahada başarı
gösteremeyeceği müşterekleri yanında çok faktör kuramında zekânın bağımsız özel
yeteneklerden geldiği fikri de kabul edilebilir görünmemektedir.
[12] Çoklu zekâ kuramı olarak bu prizmatik yapıda gösterilen
unsurlara ilişkin yeterli açıklama, alıntı yapılan kaynakta yapılmamıştır.
Ancak burada kullanılan örneğin “birim” sözünden ne kastedildiği belirgin
değildir. Buna karşın “sınıflar” sözünden “sınıflayabilme”, “sistemler”
sözünden “sistemleştirebilme”, Dönüşümler” sözünden transfer edebilme veya
başka bir şekilde izah ve ifade etme, “doğurgular” sözünden de “yaratıcılık” mı
kastedilmektedir? Eserde bu izaha yer verilmemiştir. Şekli doğru anlayabilmek
için işlem, ürün ve muhteva unsurlarının prizmadaki bileşkeleri dikkate
alınmalıdır.
[13] Türkçe, konuşma düzeyinde ritmik yapısı yüksek bir
dildir. Bu ritmik yapı gerek aruz vezni ve gerekse hece vezninde açıkça
görülebilir. Konuşmada monotonluk ve sıkıcılık olsa da anlam üzerinde etkili
olmaz. Buna karşılık örneğin İngilizce geneli itibarı ile ritmik ve vurgulara
daha fazla dayalı dildir. Ritmik olmayan bir konuşma neredeyse anlaşılmaz.
[15] Bu konuya, “Anlama” bölümünde temas edilecektir.
Okuduğunu anlama düzeyi bakımından değerlendirme ayrıca bir araştırma sonucuna
göre açıklanacaktır.
[18] Bu bakımdan belki biraz daha farklı bir görüş ortaya
konulması gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle küre veya yumak kuramı adını
verebileceğim bir kuram oluşturmaya çalıştım. Böylece bu konuda daha
derinliğine çalışma yapacaklar için farklı bir görüş olacaktır.
[19] Bu görüş, elbette bir teoridir. Bu teoriye göre zekânın
ölçülebilmesi için bütün özel yeteneklerin teste tabi tutulması gerekir. Yani,
zekâ içinde yer alan örneğin dikkat, algı, düşünce, muhakeme, dil, hafıza,
analiz, sentez, akıl yürütme, öngörü, sayısal işlemler, çözümleme ve analiz vs.
gibi yetenekler için ayrı ayrı ölçüm araçları geliştirilmeli ve bu yolla
kişinin hem hangi özel yeteneğinin üstün olduğu hem da toplamda genel zekâsı
bulunabilir.
[20] Şemada gösterilen özel yetenekler, çoklu zekâ
teorisinde olduğu gibi prizmatik, salkım teorisinde olduğu gibi kürecikler
halinde de tasavvur edilebilir.

Yorumlar
Yorum Gönder