Ana içeriğe atla

DİL PSİKOLOJİSİ Dil hakkında ön bilgiler

A  1-6                                   
İKİNCİ KİTAP
DİL PSİKOLOJİSİ
Dil, zekânın bir yönü/görüntüsü (veçhesi, ürünü, yeteneği ve becerisi), zekâ ise dilin yaratıcısı ve işletimcisidir.
Dil, oluşumu bakımından psikolojik, görünümü bakımından biyolojik, kullanımı bakımından da sosyolojik bir kavramdır.
Dil, başkalarıyla anlaşmada (anlama ve anlatma teatisinde) en etkili olan başlıca vasıtasıdır. Duygu ve düşünceler; konuşma, yazı, grafik, karikatür, pandomim, harita vb. yollarla başkalarına iletilir. Başkalarının duygu, düşünce bilgi ve tecrübeleri aynı yollarla alınır. Ayrıca, bir fikre, bir muhakemeye, bir sonuca varma veya bir problemi çözme şeklinde düşünme ve hayal etme dille gerçekleşir. Hayvanlar ise iletişim ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kendi cins ve türlerine uygun sesler çıkarırlar.
Dil, sosyolojik bir olgu gibi görünmekle birlikte psikolojik, biyolojik ve kültürel yönleri ile de incelenmelidir.
Ana dili ve bir yabancı dili öğrenmek söz konusu olduğunda öğretmenlerin ve uzmanların öncelikle dilin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu bilmelerinde yarar vardır. Ayrıca dil öğretim yöntem ve kuralları ve dille ilgili bilim dalları hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

BİRİNCİ BÖLÜM
A. DİL HAKKINDA
Bu bölümde dil ile ilgili genel açıklamalar yapılmıştır.
1. DİL NEDİR?
Dil, insanoğluna atalarından kalan en zengin kültür mirasıdır. Dil, tarihin bilinmeyen çağlarından itibaren insanların türlü zorluklarla elde ettiği her türlü tecrübelerini sözle naklettiği, yazarak sakladığı ve sırası gelince kullandığı kıymetli bir hazinedir.
Dil, konuşma ile somutlaşır, yazı ile tespit edilir. Konuşma;  bir düşünceyi veya bilgiyi başkasına sözle nakletmek veya bir soruya cevap vermek gibi amaçlarla yapılır. İnsanoğlu bu yeteneğiyle doğaya, olaylara ve diğer insanlara hükmeder, onları kontrol altına alır, yönlendirir yahut durdurur.
Mümtaz Turhan (1983)’a göre, bizi insan yapan yüksek ruhî ve manevî kıymetlerimiz dâhil, ulaşmış olduğumuz medeniyet seviye­sinin bütününü ko­nuşma yeteneğimizi kullanmaya borçluyuz. Çünkü medeniyetin te­mel taşı olan bilginin var olabilmesi için bilginin kar­şılığında birtakım sözcükler olması gerekir. Bu an­lamda konuşma, daha geniş anlamda dil, bilgilerin ve düşüncelerin kendimize (içten konuşma, düşünme, tasarlama, hayal etme)) veya başkasına (yüksek sesle dıştan konuşma şeklinde) anlatma yeteneğimizi kullanma becerimizdir.
"İnsanın düşünme kabiliyeti onu bütün hayvanlardan ayırt ede­rek keşiflere, icatlara, sosyal hayatta değişiklikler yapmaya sevk et­miştir. Bu keşif ve icatların büyük bir kısmı mükemmel bi­rer öğrenme vasıtası olmuştur. Örneğin kalem, matbaa, daktilo, fo­toğraf makinesi, film ve sinema, radyo, telefon, telgraf, ölçü aletleri ve dil, bu gibi ke­şif ve icatlardandır. Bu keşiflerin belki en önemlisi dildir. Çünkü inki­şaf etmiş olan diller anlam ve fikirlerin kesin ve süratli olarak belir­tilmesine yardım eder. Dil icat edilmemiş olsaydı bütün diğer keşifler ve icatlar da mümkün olamazdı. Öğrenmede en gelişmiş bir vasıta olan düşünme (muhakeme etme) de mümkün olmazdı"  (Pars ve diğerleri)
Dil, insanların düşündüklerini ve duy­duklarını bildir­mek için sesler­den veya işaretlerden oluşturdukları an­laşma aracıdır. Buna göre dil çe­şitli seslerden ve işaretlerden mey­dana gelir. Dilin sesli kısmına konuşma denir. Konuşma, bir duyguyu veya düşünceyi anlatmak üzere cümlelerin sesli ola­rak kullanılması eylemidir. Dilin sesli olmayan kısmına ise jest ve mimik denir. Çünkü insanlar, sınırlı da olsa bu yolla anlaşabilir.
 Dil denildiğinde aklımıza öncelikle konuşma gelir. Konuşma, doğuşla getirilen bir yetenektir.  Ancak, bireyin hangi dili öğreneceği, bu dili nasıl kullanacağı içine doğduğu aile tarafından belirlenir. Aile tarafından edindirilen dil; eğitimle şekillenir, güçlenir, genişlik ve derinlik kazanır.
 Dil; biyolojik ve zihinsel yetenekler tarafından oluşturularak anlamın sesler ve gramer üzerine yüklenmiş en üst düzeyde insanî bir unsurdur.

2. TOPLUMLAR NİÇİN FARKLI DİLLER KONUŞUR?
Allah, Hz. Âdemi yarattıktan sonra meleklerden, ona secde etmelerini istedi. Sonra da orada bulunan varlıkların adlarını sordu. Melekler “Biz, sizin bize öğrettiğinizden fazlasını bilemeyiz.” diyerek bu şeylerin adlarını bilmediklerini söyledi. Bunun üzerine Allah, Hz. Âdem’e oradaki şeylerin adlarını öğretti. Böylece İslâm inancına göre dil ve bilgi ortaya çıktı. Allah, insanların ilk öğretmenidir. Bunun için öğretmenlik, tanrı mesleği olarak ifade edilir.
Şu soru sorulabilir: Öyle ise insanlar, niçin ayrı ayrı dil konuşmaktadır?
Dil farklılıkları, değişik sebeplerle oluşmuştur. Bunlardan önemli olanlardan bazılarını üzerinde durabiliriz.
İnsanlar çoğaldıkça farklı coğrafyalara dağıldı. Farklı coğrafi bölgelere yerleşen insanlar doğadan farklı izlenimler elde etti. Örneğin çölde, ormanlık yerlerde, deniz kenarında yaşayanların vs. doğa algıları farklı farklı oluştu.  Her topluluk kendisine göre yaşama biçimi belirledi. Böylece nesneleri veya olayları tanımlamak için kendilerine göre seslendirdikleri ortak adlar uydurdu.
Kulak yapısı herkeste aynı olduğu, örneğin horozun sesini, iki farklı dili konuşan herkes aynı şekilde işittiği hâlde bu seslerin farklı algılanmasından dolayı farklı söylenmesi ve yazılması sonucu ortaya çıktı. Bu farklılıklar; cümle yapısına, tamlamalara, eklere, yansıdığından farklı toplumlarda farklı sentaks ve semantik oluşumlar gelişti.[1]
Farklı kültür,  yaşayış ve düşünüş biçimi oluşturan her toplum bu farklılıkları ifade etmek üzere kendilerine özgü ses yapısı, söz dizimi ve anlam birimi oluşturmuştur. Bu nedenle dil adı, toplum adı ile adlandırılmıştır.[2]
3. ANADİLDE DEĞİŞMELER
İnsanların yaşayış biçimi ve düşünceleri, o insanların kültürünü oluşturur. Bu nedenle kültürler arasındaki farklılık, farklı dillerin doğmasına sebep olmuştur. Hatta aynı coğrafi bölgede yaşayan ve aynı kök dilden konuşan insanların dahi gerek ağız, şive –söyleyiş biçimi,- gerekse eşyalara veya durumlara verdikleri adlar, bu adların anlamlarının farklı olması da mahallî yaşayış ve düşünüş biçiminin –özel kültürün- soncudur.
İnsanların doğaya karşı tepkisi doğadan edindiği ses birikimlerine gösterdiği farklı tepki ile de ilgilidir. Bu tepki, toplumsal ilişkilere, yaşayış biçimindeki gelişmelere, ilim alanındaki ilerlemelere bağlı olarak da zaman içinde de değişir.
İnsanın psikolojisi ve içinde bulunduğu duruma göre aynı şeylere karşı gösterdiği farklı tepkileri farklı şekillerde dile getirir. İşitilen bir ses için huzurlu zamanda “Oh! Ne güzel!” denildiği hâlde, sıkıntılı zamanda “Ah! Çok sıktı!” denilmemesi için bir sebep yoktur
Ad olan sözcüklerin sentaksında (yapısında) ve anlamında zaman içinde yavaş da olsa değişmeler görülür. Bazı yeni durumlara, ilk defa karşılaşılan nesnelere vs. bir takım adlar (isimler) uydurulur. Bazı durumlarda kök olan adlara çeşitli ekler getirilerek yeni adlar ve anlamlar oluşturulur. Bazen de eşyanın özelliğinden hareketle yeni sözcükler yaratılır. Bazı durumlarda teknoloji ve bilimsel bulgulara, tıpta, hukukta, eğitimde vs. karşılığı bulunamayan sözcükler başka dillerden alınarak dilde zenginleşme sağlanabilir. Bu açıdan bakıldığında yeryüzünde saf bir dilden söz etmek mümkün değildir.
Bazen sözcüklere yan ve mecazî anlamlar da yüklenir. Ancak dilde ses ve gramer yapısı değişmez.  Ses ve gramere ilişkin kurallar çok katıdır ve bir ana dilde mevcut olandan başka bir türlü ses ve gramer yapısı düşünülemez. Buna karşılık sözcükler ve sözcüklere yüklenmiş anlamlar değişebilir.
Olmayan yani yeni bir dil ortaya koymak için o dile ilişkin yeni sesler, adlar, gramer yapısı oluşturmak ve bunu herkese kabul ettirmek yani umumîleştirerek meşrulaştırmak gerekir. Böyle bir teşebbüs için insanların, yaratılışın en başına dönmesi gerekir.
Kısaca dil, adların, bunların anlamlarının (semantik)  ve cümle yapılarının (sentaks) toplum tarafından kabul görmesi (umumileşmesi) ve kullanılması ile gerçekleşir.
4. DİLİN GÖREVLERİ
Dil, yerine göre bireyler arasında sevgi, yakınlık, uzaklık, sempati, nefret, sıkıntı gibi yakın ve uzak duygusal bağlar oluşur. Başka bir söyleyişle ortak bir toplum vicdanı, ortak bir kültür ve ortak değerler oluşturur.
Düşünceyi ifade etme bakımından dilin birçok görevi vardır: adlandırma (tanıtma), emir (isteme, yaptırma), tebliğ (du­yurma, bildirme), nakil (taşıma) gibi.
Adlandırma (ad/isim verme), bir nesneyi, nesneye ait bir özelliği, çokluğu, biçimi, rengi, hareketi belirlemek amacıyla en kısa yoldan tanımlamak üzere oluşturulan ses kümesidir.
Adlandırmanın, nesneyi tanımak ve tanıtmak gibi iki önemli işlevi var­dır. Nesneyi tanımak, nesnenin adı söylendiğinde nesneyi hatırlamak yahut tasavvur etmek; tanıtmak ise söylenen sözün (adın) başkası ta­rafın­dan aynı şekilde anlaşılmasını sağla­maktır.[3] Başka bir söyle­yişle somut veya soyut bütün nesne­ler ve kavramlar adlandırı­larak belirsiz ya­hut meçhul kalmaktan kurtulur. Bir ad verilmemiş nesne, duygu, düşünce vs. açık ve duru olarak anlatı­la­maz veya anlaşılamaz.[4]
Dil, bütünüyle adlardan oluşur. İnsanlar, kendi kültürlerine ve  anlayışlarına uygun olarak her nesneye bir ad uydurmuştur (vermiştir). Ad, söylendiğinde o nesneyi hatırlatan söz kümesidir.
Emir, bir isteğin yerine getirilmesinin arzusudur. Emir, ko­nuşmanın en kısa anlamlı birimidir. Ses bakımından az, söz bakımın­dan kısa, vurgu bakımından sert ve tonlama bakımından yüksek unsurlar taşır. Dilin bu fonksiyonu çocuk ve asker dilinde daha yaygın kullanılır. Emir, bir kimsenin kendisinin yapması gereken işi başkasından yapmasını istemesidir.  
Çocuk, dilini, bir isteğinin yapılmasını emretmek için kullanır. İnsanlar, henüz bebek iken bile ebeveynlerine istediklerini yaptırabilirler. Konuşamazken bile ağlayarak el kol hareketleri ile acıkma, altını kirletme vs. isteklerini ısrarla anlatarak ihtiyaçlarını gidermesini sağlayabilir. Konuşmaya başladıklarından on yaşlarına kadar isteklerini emirle ve inatlaşma ile yaptırırlar. Bu dönem içinde kullandıkları cümle türü, genellikle emir kipi ile ifade edilir.
Çocuk dilinde emir cümleleri, düşüncelerini ifade bakımından hem çok yer tutar hem de bu dili kullanmak onlara zevk verir. Bu-nun için hem ana dil hem ikinci dil öğretiminde konuşma, okuma ve yazma çalış­malarına emir cümleleri ile başla­manın uygun olacağı düşünülmüştür.
Komutanlar, bir emirle askerleri ölüme gönderebilir, bebek emir ifade eden sözleriyle anneye ve babaya istediğini yaptırır.
Emir, dilin insanları harekete geçiren yaptırım gücü yüksek bir ifade biçimidir ve  çoğu zaman da en önemlisidir. Komutanlar, bir emirle binlerce askeri harekete geçirir. Yine komutanlar bir emirle binlerce askeri ölüme gönderebilir. Nitekim, Mustafa Kemal Atatürk, büyük taarruzda ordulara “Asker, size ölmeyi emrediyorum. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emri ile binlerce askeri harekete geçirmiştir ve yüzlercesi şehit olmuştur.
Yetişkin ve kültür dilinde emir cümleleri, daha çok nezaket kuralları içinde "Rica ederim. Lütfen." gibi ifadelere dönüşür.
Tebliğ (sunum) görevi: üst bir makamdan alınan bir bilginin alt makamlara iletilmesine tebliğ denir. Tebliğ iki farklı statüdeki kişi arasında bir emrin veya isteğin bildirilmesidir. Tebliğ, sözlü olabileceği gibi yazılı da olabilir. Resmî makamların tebliğleri aslında bir emir hükmündedir.
Peygamberler, Allah’tan aldıkları emirleri insanlara tebliğ etti.  
Tebliğ, bilginin, tecrübenin, düşüncenin, emrin baş­kalarına  sözle veya yazı  ile anlatılmasıdır. Başka bir ifade ile bildirimdir.
Dershanede bir öğrencinin, misafirlikte bir kimsenin düşüncelerini anlatması da tebliğ olarak görülmelidir. Daha geniş bir ifade ile tebliğ veya sunum, bir kimsenin bilgisini, tecrübesini, düşüncesini ve duygusunu başka insanlara ifade etmesidir.   
Nakil  (taşıyıcı) görevi, dilde sahip olunan kelimelerin veya di­ğer anlamlı ses birimlerinin  (atasözü, deyim, me­caz, argo vb.)  yar­dımıyla tarihî, millî, dinî, ahlâkî, insanî değerleri ve birikimleri bir sonraki nesillere sözle ya da yazılı olarak aktarmak veya taşımaktır.
Çocuğun dilini çevrenin dili olmaktan kurtarmak, dilin sos­yalleşme seviyesine ulaşması anlamına gelir. Dilin sosyalleşmesi bir kültür dili hâ­line gelmesi demektir. Bu durumda dilde taklit, tekrar ve monolog sona erer. Konuşma, tebliğ ve nakil seviyesine ulaşır. Bu hemen kazandı­rıla­cak bir beceri değildir.
Yetişkinler, önceki nesilden aldığı dinî, ahlâkî, sosyal değerleri, gelenekleri ve görenekleri yaşayarak (farkında olmayarak) veya sözle yahut yazı ile bir sonraki nesle nakleder.  



[1] Gerek dilin cümle yapısının (söz diziminin, sentaks) ve gerekse adların anlam yapısının (semantik) umumileşmesi yani toplum tarafından âdeta yazılı olmayan bir sözleşme ile ortaklaşa kabulü ile dil oluşur. Bkz. Ad konusu.
[2] Topluluklara veya daha geniş anlamda milletlere ad, genel olarak komşuları tarafından verilmiştir. Devletlerin adları da milletlerin adı ile söylenir. Buna göre kurdukları devletler de her durumda Türk devletidir. Fakat Türk devletleri kurucu boy veya aile adı ile söylense de bizim Osmanlı dediğimiz devlete Avrupa her dönemde Türk devleti, konuştuğu dile Türkçe demiştir. Ancak bu devlete kendileri ise  kurucu hanedanın adıyla “Devlet-i Âli Osmanî” demiştir. Öyle ki Birinci Meşrutiyet münasebetiyle hazırlanan ilk anayasada devletin resmî dilinin Türkçe olduğu belirtilmiştir.
[3] Burada nesne sözü, çok geniş anlamda anlaşılmalıdır: kavram, soyut, somut, renk, eylem, sayı vs. her duruma ve her şeye ad olan genel olarak da “kelime” veya sözcük olarak tanımlanan ses grubu.
[4] Örneğin “ağaç” kavramını; kökü var, gövdesi var, dalı, yaprağı, meyvesi var olan bir varlıktır şeklinde anlatmaya çalışmak gibi. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ...

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve ...

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb...