ZEKÂ
KURAMLARININ ELEŞTİRİSİ VE KÜRESEL ZEKÂ KURAMI
s. 27-34 1 nolu çerçeve: UYARAN- DUYUM- İZLENİM
Arkın (1952)’a göre duyum,
dış veya iç dünyadan gelen çeşitli etkileri (uyaranları)
duyular aracıyla fark etmek. Dışarıdan gelen etkilerin algı (idrak) olmadan önceki hâli. Bir uyarımın
(tembihin) uyandırabildiği en düşük
derecedeki etkisi. Örneğin, gözümüze çarpan bir ışığın veya derimize dokunan
bir iğnenin etkisinin beynimize ilk geldiği anda zihnimizde meydana gelen
uyarım bir duyumdur. Duyum, duyu organlarından alınan izlenimlerin birimidir.[1]
Bir duyum üç aşamada
oluşur: Fiziksel, fizyolojik, psikolojik. Bir uyarımın (tembihin) uyandırabildiği en az şiddetteki derecesine duyum denir. Ancak, bir duyumun
algılanması için duyum eşiğinin aşılması gerekir. Duyum eşiği aşılmadan alınan
izlenimin farkına varamayız. Duyumun gerçekleşmesi için uyarıcının en az
şiddette fark edilmesi gerekir. Bu farkındalılık sağlanmadan öğrenmeyi ve buna
bağlı olarak da anlamayı gerçekleştiremeyiz. Motivasyon dediğimiz şey, aslında
bir uyarıcıdır. Öğrenciye bir uyarıcı vermektir. Motivasyon, öğrencinin duyum
eşiğini aşmasında yani dikkat, algılama ve anlama yeteneğine doğrudan yapılan
bir müdahaledir.
Dışarıdan gelen etkiler, beş
duyu (görme, işitme, dokunma, koklama,
tatma) organı ile alınır ve algılanır.
Fakat duyumun kaynağı her
zaman dış dünyada bulunmaz. Bazen insan, kendi iç dünyasında da duyumlar alır.
Buna göre, beş duyudan başka genel duyumların (ağrı, acıkma, baskı, sancı vb.) mevcut olduğu kabul
edilmiştir.
Duyum, izlenimin
hissedildiği (duyum eşiğinin aşıldığı)
andaki üzerimize yapılan etkinin şiddet derecesinin birimidir.[2]
Söz konusu girdiler, ayrıca
işitme-dinleme başlığında incelenmiştir. Bu bölümde diğer yeteneklerin dil
yeteneğiyle ilişkisi ve bu ilişkiye bağlı olarak dilin oluşumu açıklanmaya
çalışılmıştır.
Dil öğretiminde uyaran, duyum ve izlenim
İnsan üzerinde etkili olan ve duyu
organları ile temas eden her nesne, her hareket, her ses, her renk vs. birer
uyarandır.
Konuşma; esas itibarı ile ana dili
edindirme yani dil eğitimi ailede gerçekleşir. Okuma ve yazma ise okul
ortamında öğretilir. Anlama ise hem aile hem de okul ortamında kazandırılır.
Anlama; okuduğunu, dinlediğini, gördüğünü, tattığını, dokunduğunu anlamlandırma
sonucunda gerçekleşir. Tatma, koklama ve dokunma duyumları birer yetenek
olmakla birlikte tecrübeyle kazanılabilir.[3]
Aile ortamında dil uyaranları (dilin sesleri, grameri, sözcükler ve
anlamları, eşyaların adları vs.) temel olarak edindirilir. Okulda; aile ortamında edinilen dil becerilerinden
eksik olanlar tamamlanır, yanlış olanlar düzeltilir ve yazılı unsurları olan
okuma ve yazma birlikte anlamlarıyla öğretilir. Başka bir söyleyişle dil
öğretimi; a. Nesne, b. Motivasyon, c. Nesnenin adı veya sözcüğün telâffuzu,
anlamı, okuma ve yazma bileşkesi olarak düzenlenmelidir.[4]
Motivasyon her öğretim konusunda olduğu
gibi dil öğretiminde de önemli bir uyarandır. Öğrencilerin aile çevresinden
elde ettiği izlenimler de dil öğretiminde başlangıç yani hareket noktası olarak
kullanılabilir. Motivasyon, bir izlenim ve duyum edindirme vasıtası olarak dil
öğretiminde de önemlidir. Motivasyonun düzeyi veya şiddeti/etkisi ne kadar
fazla olursa dikkat ve algı üzerinde oluşturacağı etki de o derecede kalıcı
olur. Güçlü bir motivasyon, öğrenmeyi ve anlamayı teşvik eder. Motivasyon;
a. Çocuğun merakı ve öğrenme isteğinden
hareket edilebilir. Bunun için soru sormasına izin verilmeli, sorularına seviyelerine
uygun olan cevaplar verilmelidir.
b. Öğretmen, anne- baba öğrenme isteği
uyandıracak şekilde sorular sorabilir.
c. Çocuğun temel biyolojik ve sosyal temel
ihtiyaçları[5] göz önünde bulundurulmalıdır.
Öğrenci her ne kadar bazı konularda soru
sormak ve bilgi sahibi olmak istese de bir programa bağlı olarak öğretmen, belirli
konuları belirli bir düzeyde işlemek zorundadır. Bu nedenle motivasyon bir
uyarıcı olarak kullanılmalıdır. Bir nesneden ne kadar fazla duyum alınırsa o
nesne o ölçüde daha doğru tanınır, tanımlanabilir, anlaşılır ve anlatılabilir
hâle gelir.
Psikolojik bakımından çocukların ve hatta
herkesin somut şeyleri soyut şeylere göre daha kolay anladıkları ve öğrendikleri
bilinmektedir. Bu nedenle uyaran olarak nesnelerden görülerek, adı işitilerek, tadılarak, koklanarak, dokunularak
alınan duyumlar her konudaki öğretimin vazgeçilmez unsurlarıdır. Örneğin “masa”
sözcüğünün öğretilmesi için masa gösterilerek
“masa” denilirken ona dokunmak,
bölümlerini incelemek ve birtakım
izlenimler elde edilmesini sağlamak suretiyle bu sözcüğün anlamı, telâffuzu (söylenişi) ile yazılışı ve okunuşu birlikte
öğretilmek suretiyle o nesne hakkında en az bir veya birden fazla duyum elde
edilmesi sağlanır.[6]
Somut şeylerin anlamının öğretilmesi soyut
şeylerin anlamının öğretilmesinden daha kolaydır. Bu nedenle, soyut kavramların
öğretilmesinde ısrarcı olmak ancak zorlayıcı olmamak gerekir[7].
Soyut kavramların edinilmesi veya öğrenilmesi öğrencinin zihinsel olgunluğu ile
de ilgili olduğundan bazı öğrenciler zamana bırakmak daha uygun olur.
Küçüklerin sorularına baştan savma cevap
verilmemelidir. Çocuk bir soruyu sorarken sorduğu konu ile ilgili olarak etraflıca
bilgi sahibi olmak ve tanımak ister. Eksik tanıtım, çocuğun tam ve doğru bilgi
edinmesini sağlamaz. Çocuğa sorulan soruya da tam ve doğru cevap almaya dikkat
edilmelidir. Bu durum, çocuğun öğrencilik hayatında da uygulanmalıdır.
Bu çerçevede, çevreden dinlenen, kitaptan
okunan, görülen, tadılan, koklanan ve başkaca duyu organlarımızla dışarıdan
alınan duyumlar, ayrıca hayallerimiz, tasarımlarımız ve düşüncelerimiz yoluyla
edindiğimiz iç duyumlar ve izlenimler iki numaralı çerçevede gösterilen dikkat yeteneğine gönderilir.
B. ZİHİNSEL İŞLEMLER
a. 2 nolu çerçeve : DİKKAT (Zihinsel
enerjinin odaklanması)
Dikkat, zihinsel
enerjinin dinlenen konuşma, okunan yazı veya görülen olaylar üzerine
yoğunlaşması demektir.
Dikkat, zihinsel enerjinin
bir noktada toplanmasıdır. Zihnin uyanık bulunması hâli. Daha doğru ve tam
algılamak ve anlamak; zihnin daha açık ve kararlı çalışabilmesi amacıyla
psikolojik enerjinin bir dış madde veya ruh hâli üzerine yöneltilmesi. Bilincin
açıklık bakımından yüksek derecesi (Arkın).
Dikkat; iradeli, iradesiz ve
başka bir deyimle etkin veya edilgin olur.
İradesiz (edilgin) dikkat, anî bir uyarıcı
karşısında veya acıktığımızda kendiliğinden insanın içinden gelen ve zihinsel
yorgunluğa sebep olmayan dikkattir. Acıktığımızda dikkat, midenize
yönelir. İç dünyamıza odaklandığımızda
içgüdüsel olarak yemeğe doğru hareket ederiz.
İradeli (etkin) dikkat, bir gayret ve irade kuvveti harcanmasını gerektiren
dikkattir. Bu çeşit dikkat, uzun süreli değildir. Yemek yerken, ders çalışırken, bir konuşmacıyı dinlerken, bir
yazıyı okurken sarf edilen dikkat, iradeli dikkattir. İradeli dikkat çoğu zaman
kendiliğinden oluşmaz. İradeli dikkatin oluşması için iki önemli şartın gerçekleşmesi gerekir: a. İstek duymak: Bir işe odaklanmak için kişinin bir konuda öğrenme
isteğinin ve merakının olması gerekir. İstek duymak, bir anlamda kişinin kendi
kendini motive etmesi demektir. Bir konuda bilgi edinme isteği ve merakı kişiyi
öğrenmeye ve araştırmaya yöneltir. b.
Dışarıdan istek duyurulması gerekir. Bu
tür ilgi yani motivasyon genel olarak okul hayatında daha çok yer bulur. Bunun gibi iş yerlerinde işverenin çalışanı
ödüllendireceği duyurusu yapması, yarışlarda dereceye girmek ve ödül kazanmak
da bu tür motivasyondur.
Bir problem karşısında
dikkat, önceden edinilmiş olan ve hafızada yer
alan algılamalara yani edinilmiş manalara çevrilirse düşünme gerçekleşir. Bu
durumda dikkat seçicidir. Probleme verilebilecek cevaplar arasından en uygununu
seçmek için iradeli dikkat sarf edilir.
Dikkatin, gerek dış
dünyadaki bir şey, gerekse ruhsal bir hâl üzerinde toplanmasına dikkatin
merkezîleşmesi denir. Dikkat, neye odaklanmışsa onu seçer. [8]
Dikkatin dış dünyaya
çevrilmesi hâline gözlem denir. Görmek ve bakmak arasındaki temel farklılık,
bakmanın biyolojik bir işlem olmasına karşılık, görmek zihinsel bir
işlemdir. Bunun gibi işitmek de
biyolojik bir işlem olduğu hâlde dinlemek de zihinsel bir işlemdir.
Görmek ve dinlemek, birer
zihinsel işlem olarak soyuttur. Bu soyut işlemler, görsel veya işitsel
duyumların ayrıntılarına dayanan algılamayı hâliyle anlamayı ve öğrenmeyi
gerçekleştirir. Kulak ve gözle alınan duyumlar hem kendimizi, hem başkalarını
ve hem de çevremizi tanımada iki temel unsurdur. Elbette dokunma, tatma ve
koklama duyumlarının da insan hayatındaki önemi yadsınamaz.
Dikkat, genel olarak seçici
özelliğinden dolayı birçok benzer ve benzemez nesneler ve olaylar arasından
uygun olanı arayıp bulmak üzere zihinsel enerjinin odaklanmasıdır. Bu
özelliğinden dolayı dikkat birden fazla nesne veya olay üzerinde aynı
yoğunlukta odaklanamaz. Birden fazla konu veya nesne üzerinde yoğunluk
bakımından farklı da olsa ikinci derecede bazı şeylere de dikkat edilebilir.
Buna dikkatin genişlemesi denir. Dikkatin bu durumuna fark etmek yani ayrıntılarına
vakıf olmadan farkına varmak denebilir.
Dikkatin bir konu, olay,
nesne veya ses üzerinde toplanması, kişinin ne öğrenmek ve ne bulmak isteğiyle
ilgilidir.
Öğrencilerin dikkat durumu
Çocuğun dikkati, kısa
süreli ve iradesizdir. Bu sebepten değişkendir. Dikkatin süresi, bir nesneye veya olaya karşı duyulan ilgi
derecesine göre değişebilir.
Özellikle 5-10 yaşları
arasındaki çocukların dikkatleri kısa sürelidir. Bu nedenle konular işlenirken
15-20 dakikada bir şarkı söylemek, bulmaca sormak gibi başka bir işle meşgul
edilmelidir.
Ancak bu yaşlardan sonra
çocuklarda iradeli dikkat oluşmaya başlar. Böylece çocuk yaşına bağlı olarak
derslerin seyrini, amaç ve sonuçlarını takip edebilecek duruma gelir.
Dikkat, kendi
süzgecinden geçirerek ayrıntıları ve önemli olanları algıya gönderir. Dikkat,
yapısı farklı iki kaynaktan gelen uyarıcılar üzerinde aynı düzeyde toplanamaz.
İki ayrı kaynaktan gelen seslerden ya da görüntülerden biri üzerinde daha fazla
yoğunlaşır. Örneğin, televizyonda haberleri izlerken ekranın altından akan
yazılara aynı ölçüde dikkat edemeyiz ve hâliyle de bunları aynı düzeyde algıya
gönderemeyiz. Bunun gibi bir kimse konuşurken radyoda söylenen bir şarkıya aynı
derecede dikkat edemeyiz. Birine daha fazla dikkat ettiğimiz takdirde diğerini
çoğu zaman hatırlayamayız.
Dikkat eğitimine ailede
başlanmalıdır. Çocukların dikkat yoğunluğu ve süresi, yaş ilerledikçe ve ilgi
alanı genişledikçe artar. Bunun için çocuklar, ilgi çekici ve zevk verici çalışmalara
yönlendirilmelidir. Ancak onları
zihinsel olarak yormamak gerekir.
Bir konuyu izah etmekte
kullanılan renkler, hareketlilikler, değişiklikler ve farklılıklar dikkat
çekmede önemlidir. Örneğin kırmızı renk, mavi renge göre daha fazla dikkat
çeker. Hareketli cisimler veya oyuncaklar da çocukların dikkatini çeker. Farklı
yazı türleri kullanmak, bazı kelimeleri farklı renklerde yazmak, altını çizmek
gibi çalışmalar dikkat çekmede önemlidir.
Okula başlayan öğrenciler
bazı sözcükleri telâffuz edebilir, anlamını bilebilir. Ama bazılarını telâffuz
edemez veya telâffuz edebilse de anlamını bilemeyebilir. Bunun yanında okulun
başlangıcında sahip oldukları sözcükleri yazamaz ve okuyamaz.[9]
Öğretmenler, öğrencilerini her yönden olduğu gibi sahip
olabileceği kelime zenginliği yönünden de çok iyi tanımalıdır. Öğrencilerin
muhtemelen anlamını bilemeyeceği düşünülen kelimeleri renkli yazabilir. Okuma
yazma öğretiminde hareketli makaralara bağlı oyuncaklardan yararlanabilir.
Öğrenme ve buna bağlı olarak
anlama, gerek öğretmenin ders anlatmasında ve gerekse ders kitaplarında geçen
bütün kelimelerin anlamlarının bilinmesi ile gerçekleşir. Öğrenciler, anlamını
bilmedikleri bir kelimeyi işittikleri veya okudukları takdirde dikkatleri
anlamını bilmedikleri kelime veya kavramlar üzerine kayar. İlgisi dağılır. Konu
anlaşılamaz. Öğrencilerin başarısızlıklarının en önemli sebeplerinden biri de
budur. Anlam açıklanmadan öğretime devam edilmemelidir.
Kelimelerin anlamlarını
bilme açısından bakıldığında her ders dil dersi olarak görülmelidir. Matematik,
Tarih, Coğrafya, Fen vb. derslerde geçen kelime ve kavramlar mutlaka açıklanmalıdır.
Öğrencinin dikkatini çekmekte
bir yol da motivasyondur. Öğretmen derse bir öykü, şiir, şarkı vs. ile
başlayabilir. Bunun yanında bu derste neler öğreneceklerini söyleyebilir.
Konuyu belirler ve bu konuda neler öğrenmek istediklerini sorabilir. Ayrıca
resim gösterme (demonstrasyon), soru cevap, takrir, araştırma, problem çözme
vb. yöntemlerden yararlanabilir. Bu
yöntemler, öğretimin her safhasında kullanılabilir.
Yukarıda da belirtildiği
gibi öğretmen öğrencilere neyi öğretmek istiyorsa dikkatini o şey veya konu
üzerine toplamalıdır.
Gerek genel öğretim ve
gerekse dil öğretimi bakımından öğrenme konusu üzerine öğrencilerin
dikkatlerinin merkezileşmesi çok önemlidir. Yetişkinler, ihtiyaç duymaları
halinde kendiliklerinden iradeli bir dikkatle öğrenmeye yönelir. Bu nedenle
öğrencilerde konuyu öğrenme ihtiyacı
duyurulmalıdır. Her durumda dershanede motivasyon ve dikkatin iradeli olarak
konu üzerine toplanması/merkezileşmesi çok önemlidir.[10]
Dershanede öğretmeni dinler gibi görünen ama gerçekte dinlemeyen öğrencilerin
bulunduğu dikkate alınmalıdır. Bu nedenle öğretmen öğrencileri dikkatle
izlemelidir.
Dikkat her durumda berrak
algılama, tam ve doğru anlama sağlamada önemlidir.
[1] Gözümüzün kapalı olduğu hâlde, elimize dokunan bir iğne
yeterli basınç olmadığı takdirde onun acısını/varlığını hissetmeyiz. İğnenin
üzerine yeteri kadar basınç yapıldığında hissedilen acının ilk etkisi bir
duyumdur. Tıpta, özellikle el-ayak uyuşmalarında yapılan testlerde duyum
alınıncaya kadar elektro-şok verilerek uyuşma miktarı tespit edilir.
[2] Duyum eşiğinin aşılması, bir anlamda da öğrenme,
ezberleme, anlama eşiğinin aşılması ile ilgilidir. Bu eşik aşılmadıkça öğrenme,
ezberleme veya anlama gerçekleşmez. Ezberleme için ezberleme eşiğinin (yeteri
kadar tekrarla), öğrenme için konunun kendi sözcükleriyle ifade edilebilmesi,
anlama için ana fikrin yakalanması ve bundan kendine göre bir sonuç çıkarması
gerekir. Bkz. Anlama konusu. 2. kitap
[3] Çünkü bu duyumlara ilişkin bir tanım yapmak çoğu zaman
mümkün değildir. Çocuk, şekeri tattığı zaman, kolonyayı kokladığı zaman,
sıcaklığı sobaya yaklaştığı zaman anlayabilir ama bunu tanımlayamaz. Belki
ancak, iyi ve kötü olarak belirleyebilir.
[6] Bu konu yeri geldikçe başka konular içinde de
alınmıştır. Bkz. Sözlük: duyum, birikim, öğrenme kuramları, uyaran.
[7] Israrcı
olmak zorlayıcı olmaktan farklıdır. Israrcı olmak; a. Bir tekrarı öğrencileri
usandırmadan yeniden tekrar ettirmek, b. Yeri geldikçe yine tekrar ettirmekle
ilgilidir.
[8] Örneğin karmaşık
bir masanın üstünde mavi renkli bir kalem aranıyorsa, masanın üstündeki takvim,
defter veya anahtar gibi şeyler aranmadığı için yani dikkat edilmediği için
görülmez veya çok azı fark edilir. Çünkü dikkatin bir işlevi de birbirine ne
kadar benzer olursa olsun, iki şey arasındaki farkı fark etmektir. Bu nedenle
bir derse ait bir yığın bilginin arasından öğretmen, birine öğrencilerin dikkatini
toplamak için motivasyon dediğimiz uyarıcıyı kullanır: Konuya yönelik soru sorarak,
günlük olaylardan hareket ederek işleyeceğimiz konuya öğrencilerin dikkatini
seçeriz, başka bir ifade ile işlenecek konuyu diğerlerinden ayırırız.
[9] Anaokulunda ve bazı aile çevrelerinde öğrencilere bazı
kelimelerin okunuşunu ve yazılışı öğrettiklerini gözlemledim. Bu yanlış
uygulamadır. Bir sınıf bütünlüğü içinde bazı öğrenciler kısmen veya tamamen
okuma yazma bilerek bazıları da bilmeyerek geldiğinde öğretim yönünden önemli
bir problemle karşılaşılır. Öğretmen ya okuma yazma bilenlerle ayrı,
bilmeyenlerle ayrı ilgilenmek zorunda kalabilir ya da genel olarak “Bunlar nasıl
olsa okuyup yazabiliyor.” diyerek onlarla daha az ilgilenir. Kendileri ile
ilgilenilmeyen öğrenciler ise başka işlerle meşgul olur. Okuma yazma bilenlerle
ilgilenmesi hâlinde ise bu defa diğer öğrenciler ihmal edilir. Bu ve bunun gibi
nedenlerle anaokulunda ve aile ortamında okuma yazma öğretme gibi bir çaba
göstermek doğru değildir.
[10] “Bir kulağından girip öteki kulağından çıkmak”,
“kulağının arkası ile dinlemek” motivasyonsuz ve dikkatsiz öğrenme durumu için
kullanılır.
Yorumlar
Yorum Gönder