Ana içeriğe atla

s. 27-34 1 nolu çerçeve: UYARAN- DUYUM- İZLENİM

 ZEKÂ KURAMLARININ ELEŞTİRİSİ VE KÜRESEL ZEKÂ KURAMI
s. 27-34   1 nolu çerçeve: UYARAN- DUYUM- İZLENİM
Arkın (1952)’a göre duyum, dış veya iç dünyadan gelen çeşitli etkileri (uyaranları) duyular aracıyla fark etmek. Dışarıdan gelen etkilerin algı (idrak) olma­dan önceki hâli. Bir uyarımın (tembihin) uyandırabildiği en düşük de­recedeki etkisi. Örneğin, gözümüze çarpan bir ışığın veya derimize dokunan bir iğnenin et­kisinin beynimize ilk geldiği anda zihnimizde meydana gelen uyarım bir duyumdur. Duyum, duyu organlarından alınan izlenimlerin birimidir.[1]
Bir duyu­m üç aşamada oluşur: Fiziksel, fizyolojik, psikolojik. Bir uyarımın (tembihin) uyandırabildiği en az şiddetteki derecesine duyum denir. Ancak, bir duyumun algılanması için duyum eşiğinin aşılması gerekir. Duyum eşiği aşılmadan alınan izlenimin farkına varamayız. Duyumun gerçekleşmesi için uyarıcının en az şiddette fark edilmesi gerekir. Bu farkındalılık sağlanmadan öğrenmeyi ve buna bağlı olarak da anlamayı gerçekleştiremeyiz. Motivasyon dediğimiz şey, aslında bir uyarıcıdır. Öğrenciye bir uyarıcı vermektir. Motivasyon, öğrencinin duyum eşiğini aşmasında yani dikkat, algılama ve anlama yeteneğine doğrudan yapılan bir müdahaledir. 
Dışarıdan gelen etkiler, beş duyu (görme, işitme, dokunma, koklama, tatma) organı ile alınır ve algılanır.
Fakat duyu­mun kaynağı her zaman dış dünyada bulunmaz. Bazen insan, kendi iç dünyasında da duyumlar alır. Buna göre, beş duyudan başka genel duyumların (ağrı, acıkma, baskı, sancı vb.) mev­cut olduğu kabul edilmiştir. 
Duyum, izlenimin hissedildiği (duyum eşiğinin aşıldığı) andaki üzerimize yapılan etkinin şiddet derecesinin birimidir.[2]
Söz konusu girdiler, ayrıca işitme-dinleme başlığında incelenmiştir. Bu bölümde diğer yeteneklerin dil yeteneğiyle ilişkisi ve bu ilişkiye bağlı olarak dilin oluşumu açıklanmaya çalışılmıştır.

Dil öğretiminde uyaran, duyum ve izlenim
İnsan üzerinde etkili olan ve duyu organları ile temas eden her nesne, her hareket, her ses, her renk vs. birer uyarandır.
Konuşma; esas itibarı ile ana dili edindirme yani dil eğitimi ailede gerçekleşir. Okuma ve yazma ise okul ortamında öğretilir. Anlama ise hem aile hem de okul ortamında kazandırılır. Anlama; okuduğunu, dinlediğini, gördüğünü, tattığını, dokunduğunu anlamlandırma sonucunda gerçekleşir. Tatma, koklama ve dokunma duyumları birer yetenek olmakla birlikte tecrübeyle kazanılabilir.[3] 
Aile ortamında dil uyaranları (dilin sesleri, grameri, sözcükler ve anlamları, eşyaların adları vs.) temel olarak edindirilir. Okulda;  aile ortamında edinilen dil becerilerinden eksik olanlar tamamlanır, yanlış olanlar düzeltilir ve yazılı unsurları olan okuma ve yazma birlikte anlamlarıyla öğretilir. Başka bir söyleyişle dil öğretimi; a. Nesne, b. Motivasyon, c. Nesnenin adı veya sözcüğün telâffuzu, anlamı, okuma ve yazma bileşkesi olarak düzenlenmelidir.[4]
Motivasyon her öğretim konusunda olduğu gibi dil öğretiminde de önemli bir uyarandır. Öğrencilerin aile çevresinden elde ettiği izlenimler de dil öğretiminde başlangıç yani hareket noktası olarak kullanılabilir. Motivasyon, bir izlenim ve duyum edindirme vasıtası olarak dil öğretiminde de önemlidir. Motivasyonun düzeyi veya şiddeti/etkisi ne kadar fazla olursa dikkat ve algı üzerinde oluşturacağı etki de o derecede kalıcı olur. Güçlü bir motivasyon, öğrenmeyi ve anlamayı teşvik eder. Motivasyon; 
a. Çocuğun merakı ve öğrenme isteğinden hareket edilebilir. Bunun için soru sormasına izin verilmeli, sorularına seviyelerine uygun olan cevaplar verilmelidir.
b. Öğretmen, anne- baba öğrenme isteği uyandıracak şekilde sorular sorabilir.
c. Çocuğun temel biyolojik ve sosyal temel ihtiyaçları[5] göz önünde bulundurulmalıdır.
Öğrenci her ne kadar bazı konularda soru sormak ve bilgi sahibi olmak istese de bir programa bağlı olarak öğretmen, belirli konuları belirli bir düzeyde işlemek zorundadır. Bu nedenle motivasyon bir uyarıcı olarak kullanılmalıdır. Bir nesneden ne kadar fazla duyum alınırsa o nesne o ölçüde daha doğru tanınır, tanımlanabilir, anlaşılır ve anlatılabilir hâle gelir.
Psikolojik bakımından çocukların ve hatta herkesin somut şeyleri soyut şeylere göre daha kolay anladıkları ve öğrendikleri bilinmektedir. Bu nedenle uyaran olarak nesnelerden görülerek, adı işitilerek, tadılarak, koklanarak, dokunularak alınan duyumlar her konudaki öğretimin vazgeçilmez unsurlarıdır. Örneğin “masa” sözcüğünün öğretilmesi için masa gösterilerek “masa” denilirken ona dokunmak, bölümlerini incelemek ve birtakım izlenimler elde edilmesini sağlamak suretiyle bu sözcüğün anlamı, telâffuzu (söylenişi) ile yazılışı ve okunuşu birlikte öğretilmek suretiyle o nesne hakkında en az bir veya birden fazla duyum elde edilmesi sağlanır.[6]
Somut şeylerin anlamının öğretilmesi soyut şeylerin anlamının öğretilmesinden daha kolaydır. Bu nedenle, soyut kavramların öğretilmesinde ısrarcı olmak ancak zorlayıcı olmamak gerekir[7]. Soyut kavramların edinilmesi veya öğrenilmesi öğrencinin zihinsel olgunluğu ile de ilgili olduğundan bazı öğrenciler zamana bırakmak daha uygun olur.   
Küçüklerin sorularına baştan savma cevap verilmemelidir. Çocuk bir soruyu sorarken sorduğu konu ile ilgili olarak etraflıca bilgi sahibi olmak ve tanımak ister. Eksik tanıtım, çocuğun tam ve doğru bilgi edinmesini sağlamaz. Çocuğa sorulan soruya da tam ve doğru cevap almaya dikkat edilmelidir. Bu durum, çocuğun öğrencilik hayatında da uygulanmalıdır.
Bu çerçevede, çevreden dinlenen, kitaptan okunan, görülen, tadılan, koklanan ve başkaca duyu organlarımızla dışarıdan alınan duyumlar, ayrıca hayallerimiz, tasarımlarımız ve düşüncelerimiz yoluyla edindiğimiz iç duyumlar ve izlenimler iki numaralı çerçevede gösterilen dikkat yeteneğine gönderilir.
B. ZİHİNSEL İŞLEMLER
a. 2 nolu çerçeve : DİKKAT (Zihinsel enerjinin odaklanması)
Dikkat, zihinsel enerjinin dinlenen konuşma, okunan yazı veya görülen olaylar üzerine yoğunlaşması demektir.
Dikkat, zihinsel enerjinin bir noktada toplanmasıdır. Zihnin uyanık bulunması hâli. Daha doğru ve tam algıla­mak ve anlamak; zihnin daha açık ve kararlı çalışabilmesi amacıyla psikolojik enerjinin bir dış madde veya ruh hâli üzerine yöneltilmesi. Bilincin açıklık bakımından yük­sek derecesi (Arkın).
Dikkat; iradeli, iradesiz ve başka bir deyimle etkin veya edilgin olur.
İradesiz (edilgin) dikkat, anî bir uyarıcı karşısında veya acıktığımızda kendiliğinden insanın içinden gelen ve zihinsel yorgunluğa sebep olmayan dikkattir. Acıktığımızda dikkat, midenize yönelir.  İç dünyamıza odaklandığımızda içgüdüsel olarak yemeğe doğru hareket ederiz.
İradeli (etkin) dikkat, bir gayret ve irade kuvveti harcanmasını gerektiren dikkattir. Bu çeşit dikkat, uzun süreli değildir. Yemek yerken, ders çalışırken, bir konuşmacıyı dinlerken, bir yazıyı okurken sarf edilen dikkat, iradeli dikkattir. İradeli dikkat çoğu zaman kendiliğinden oluşmaz. İradeli dikkatin oluşması için iki önemli şartın  gerçekleşmesi gerekir: a. İstek duymak: Bir işe odaklanmak için kişinin bir konuda öğrenme isteğinin ve merakının olması gerekir. İstek duymak, bir anlamda kişinin kendi kendini motive etmesi demektir. Bir konuda bilgi edinme isteği ve merakı kişiyi öğrenmeye ve araştırmaya yöneltir. b. Dışarıdan istek duyurulması gerekir.  Bu tür ilgi yani motivasyon genel olarak okul hayatında daha çok yer bulur. Bunun gibi iş yerlerinde işverenin çalışanı ödüllendireceği duyurusu yapması, yarışlarda dereceye girmek ve ödül kazanmak da bu tür motivasyondur.
Bir problem karşısında dikkat, önceden edinilmiş olan ve hafızada yer alan algılamalara yani edinilmiş manalara çevrilirse düşünme gerçekleşir. Bu durumda dikkat seçicidir. Probleme verilebilecek cevaplar arasından en uygununu seçmek için iradeli dikkat sarf edilir.
Dikkatin, gerek dış dünyadaki bir şey, gerekse ruhsal bir hâl üzerinde toplanmasına dikka­tin merkezîleşmesi denir. Dikkat, neye odaklanmışsa onu seçer. [8]
Dikkatin dış dünyaya çevrilmesi hâline gözlem denir. Görmek ve bakmak arasındaki temel farklılık, bakmanın biyolojik bir işlem olmasına karşılık, görmek zihinsel bir işlemdir.  Bunun gibi işitmek de biyolojik bir işlem olduğu hâlde dinlemek de zihinsel bir işlemdir. 
Görmek ve dinlemek, birer zihinsel işlem olarak soyuttur. Bu soyut işlemler, görsel veya işitsel duyumların ayrıntılarına dayanan algılamayı hâliyle anlamayı ve öğrenmeyi gerçekleştirir. Kulak ve gözle alınan duyumlar hem kendimizi, hem başkalarını ve hem de çevremizi tanımada iki temel unsurdur. Elbette dokunma, tatma ve koklama duyumlarının da insan hayatındaki önemi yadsınamaz.
Dikkat, genel olarak seçici özelliğinden dolayı birçok benzer ve benzemez nesneler ve olaylar arasından uygun olanı arayıp bulmak üzere zihinsel enerjinin odaklanmasıdır. Bu özelliğinden dolayı dikkat birden fazla nesne veya olay üzerinde aynı yoğunlukta odaklanamaz. Birden fazla konu veya nesne üzerinde yoğunluk bakımından farklı da olsa ikinci derecede bazı şeylere de dikkat edilebilir. Buna dik­katin genişlemesi denir. Dikkatin bu durumuna fark etmek yani ayrıntılarına vakıf olmadan farkına varmak denebilir.
Dikkatin bir konu, olay, nesne veya ses üzerinde toplanması, kişinin ne öğrenmek ve ne bulmak isteğiyle ilgilidir.
Öğrencilerin dikkat durumu
Ço­cuğun dikkati, kısa süreli ve iradesizdir. Bu sebepten değişkendir. Dikkatin süresi,  bir nesneye veya olaya karşı duyulan ilgi derecesine göre değişebilir.
Özellikle 5-10 yaşları arasındaki çocukların dikkatleri kısa sürelidir. Bu nedenle konular işlenirken 15-20 dakikada bir şarkı söylemek, bulmaca sormak gibi başka bir işle meşgul edilmelidir.
Ancak bu yaşlardan sonra çocuklarda iradeli dikkat oluşmaya başlar. Böylece çocuk yaşına bağlı olarak derslerin seyrini, amaç ve sonuçlarını takip edebilecek duruma gelir.
Dikkat, kendi süzgecinden geçirerek ayrıntıları ve önemli olanları algıya gönderir. Dikkat, yapısı farklı iki kaynaktan gelen uyarıcılar üzerinde aynı düzeyde toplanamaz. İki ayrı kaynaktan gelen seslerden ya da görüntülerden biri üzerinde daha fazla yoğunlaşır. Örneğin, televizyonda haberleri izlerken ekranın altından akan yazılara aynı ölçüde dikkat edemeyiz ve hâliyle de bunları aynı düzeyde algıya gönderemeyiz. Bunun gibi bir kimse konuşurken radyoda söylenen bir şarkıya aynı derecede dikkat edemeyiz. Birine daha fazla dikkat ettiğimiz takdirde diğerini çoğu zaman hatırlayamayız.
Dikkat eğitimine ailede başlanmalıdır. Çocukların dikkat yoğunluğu ve süresi, yaş ilerledikçe ve ilgi ala­nı genişledikçe artar. Bunun için çocuklar, ilgi çekici ve zevk verici ça­lışmalara yönlendirilmelidir.  Ancak onları zihinsel olarak yorma­mak gerekir.
Bir konuyu izah etmekte kullanılan renkler, hareketlilikler, değişiklikler ve farklılıklar dikkat çekmede önemlidir. Örneğin kırmızı renk, mavi renge göre daha fazla dikkat çeker. Hareketli cisimler veya oyuncaklar da çocukların dikkatini çeker. Farklı yazı türleri kullanmak, bazı kelimeleri farklı renklerde yazmak, altını çizmek gibi çalışmalar dikkat çekmede önemlidir. 
Okula başlayan öğrenciler bazı sözcükleri telâffuz edebilir, anlamını bilebilir. Ama bazılarını telâffuz edemez veya telâffuz edebilse de anlamını bilemeyebilir. Bunun yanında okulun başlangıcında sahip oldukları sözcükleri yazamaz ve okuyamaz.[9]
Öğretmenler,  öğrencilerini her yönden olduğu gibi sahip olabileceği kelime zenginliği yönünden de çok iyi tanımalıdır. Öğrencilerin muhtemelen anlamını bilemeyeceği düşünülen kelimeleri renkli yazabilir. Okuma yazma öğretiminde hareketli makaralara bağlı oyuncaklardan yararlanabilir.
Öğrenme ve buna bağlı olarak anlama, gerek öğretmenin ders anlatmasında ve gerekse ders kitaplarında geçen bütün kelimelerin anlamlarının bilinmesi ile gerçekleşir. Öğrenciler, anlamını bilmedikleri bir kelimeyi işittikleri veya okudukları takdirde dikkatleri anlamını bilmedikleri kelime veya kavramlar üzerine kayar. İlgisi dağılır. Konu anlaşılamaz. Öğrencilerin başarısızlıklarının en önemli sebeplerinden biri de budur. Anlam açıklanmadan öğretime devam edilmemelidir.
Kelimelerin anlamlarını bilme açısından bakıldığında her ders dil dersi olarak görülmelidir. Matematik, Tarih, Coğrafya, Fen vb. derslerde geçen kelime ve kavramlar mutlaka açıklanmalıdır.
Öğrencinin dikkatini çekmekte bir yol da motivasyondur. Öğretmen derse bir öykü, şiir, şarkı vs. ile başlayabilir. Bunun yanında bu derste neler öğreneceklerini söyleyebilir. Konuyu belirler ve bu konuda neler öğrenmek istediklerini sorabilir. Ayrıca resim gösterme (demonstrasyon), soru cevap, takrir, araştırma, problem çözme vb. yöntemlerden yararlanabilir.  Bu yöntemler, öğretimin her safhasında kullanılabilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi öğretmen öğrencilere neyi öğretmek istiyorsa dikkatini o şey veya konu üzerine toplamalıdır.
Gerek genel öğretim ve gerekse dil öğretimi bakımından öğrenme konusu üzerine öğrencilerin dikkatlerinin merkezileşmesi çok önemlidir. Yetişkinler, ihtiyaç duymaları halinde kendiliklerinden iradeli bir dikkatle öğrenmeye yönelir. Bu nedenle öğrencilerde  konuyu öğrenme ihtiyacı duyurulmalıdır. Her durumda dershanede motivasyon ve dikkatin iradeli olarak konu üzerine toplanması/merkezileşmesi çok önemlidir.[10] Dershanede öğretmeni dinler gibi görünen ama gerçekte dinlemeyen öğrencilerin bulunduğu dikkate alınmalıdır. Bu nedenle öğretmen öğrencileri dikkatle izlemelidir.
Dikkat her durumda berrak algılama, tam ve doğru anlama sağlamada önemlidir.













[1] Gözümüzün kapalı olduğu hâlde, elimize dokunan bir iğne yeterli basınç olmadığı takdirde onun acısını/varlığını hissetmeyiz. İğnenin üzerine yeteri kadar basınç yapıldığında hissedilen acının ilk etkisi bir duyumdur. Tıpta, özellikle el-ayak uyuşmalarında yapılan testlerde duyum alınıncaya kadar elektro-şok verilerek uyuşma miktarı tespit edilir. 
[2] Duyum eşiğinin aşılması, bir anlamda da öğrenme, ezberleme, anlama eşiğinin aşılması ile ilgilidir. Bu eşik aşılmadıkça öğrenme, ezberleme veya anlama gerçekleşmez. Ezberleme için ezberleme eşiğinin (yeteri kadar tekrarla), öğrenme için konunun kendi sözcükleriyle ifade edilebilmesi, anlama için ana fikrin yakalanması ve bundan kendine göre bir sonuç çıkarması gerekir. Bkz. Anlama konusu. 2. kitap
[3] Çünkü bu duyumlara ilişkin bir tanım yapmak çoğu zaman mümkün değildir. Çocuk, şekeri tattığı zaman, kolonyayı kokladığı zaman, sıcaklığı sobaya yaklaştığı zaman anlayabilir ama bunu tanımlayamaz. Belki ancak, iyi ve kötü olarak belirleyebilir.
    [4] Burada dil öğretiminden, çocuğun okulda öğreneceği ve aile ortamından edindiği çevre dilinin kültür yahut edebiyat veya tebliğ dilinin öğretimi kast edilmektedir.
 [5] Bkz. Sözlük: Motivasyon (motif, ilgi, güdü)
[6] Bu konu yeri geldikçe başka konular içinde de alınmıştır. Bkz. Sözlük: duyum, birikim, öğrenme kuramları, uyaran.
[7] Israrcı olmak zorlayıcı olmaktan farklıdır. Israrcı olmak; a. Bir tekrarı öğrencileri usandırmadan yeniden tekrar ettirmek, b. Yeri geldikçe yine tekrar ettirmekle ilgilidir.
[8] Örneğin karmaşık bir masanın üstünde mavi renkli bir kalem aranıyorsa, masanın üstündeki takvim, defter veya anahtar gibi şeyler aranmadığı için yani dikkat edilmediği için görülmez veya çok azı fark edilir. Çünkü dikkatin bir işlevi de birbirine ne kadar benzer olursa olsun, iki şey arasındaki farkı fark etmektir. Bu nedenle bir derse ait bir yığın bilginin arasından öğretmen, birine öğrencilerin dikkatini toplamak için motivasyon dediğimiz uyarıcıyı kullanır: Konuya yönelik soru sorarak, günlük olaylardan hareket ederek işleyeceğimiz konuya öğrencilerin dikkatini seçeriz, başka bir ifade ile işlenecek konuyu diğerlerinden ayırırız.  
[9] Anaokulunda ve bazı aile çevrelerinde öğrencilere bazı kelimelerin okunuşunu ve yazılışı öğrettiklerini gözlemledim. Bu yanlış uygulamadır. Bir sınıf bütünlüğü içinde bazı öğrenciler kısmen veya tamamen okuma yazma bilerek bazıları da bilmeyerek geldiğinde öğretim yönünden önemli bir problemle karşılaşılır. Öğretmen ya okuma yazma bilenlerle ayrı, bilmeyenlerle ayrı ilgilenmek zorunda kalabilir ya da genel olarak “Bunlar nasıl olsa okuyup yazabiliyor.” diyerek onlarla daha az ilgilenir. Kendileri ile ilgilenilmeyen öğrenciler ise başka işlerle meşgul olur. Okuma yazma bilenlerle ilgilenmesi hâlinde ise bu defa diğer öğrenciler ihmal edilir. Bu ve bunun gibi nedenlerle anaokulunda ve aile ortamında okuma yazma öğretme gibi bir çaba göstermek doğru değildir.
[10] “Bir kulağından girip öteki kulağından çıkmak”, “kulağının arkası ile dinlemek” motivasyonsuz ve dikkatsiz öğrenme durumu için kullanılır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ...

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve ...

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb...