ZEKÂ
KURAMLARININ ELEŞTİRİSİ VE KÜRESEL ZEKÂ KURAMI
s. 34-43
b. 3 nolu çerçeve: ALGI (İDRAK) ANLAMA, ÖĞRENME
Denilebilir ki algı, insan
hayatını bütünüyle gerçekleştiren, hayatı zenginleştiren veya karartan, dış ve
iç dünyayı yaşanır veya yaşanmaz hâle getiren kısaca yalnız kelimelerin ve
cümlelerin değil hayatın bütünüyle anlamını oluşturan bir yetenektir. Algı, en
basit bir duyumdan en karmaşık düşüncelere kadar bütün hayatı oluşturan bir
yetenektir.
Duyum, algı, tasarım ve
tasavvur birbirinden ayrı ruhsal hâllerdir. Onları birbirine karıştırmamak
gerekir. Ancak bunlar birbiriyle de yakından ilgilidir.
Duyum, bir uyarıcının
algılama üzerinde yaptığı farkına varılan en küçük etki olarak tanımlanmıştı.
Algı, duyumların yalnız
başına veya başka duyumlarla birleştirilerek anlamlı hâle getirilmesidir.
Duyumların anlama çevrilmesidir.
Tasarım, duyumların anlamına
bağlı olarak elde edilmiş birikimlerin de kullanılarak anlama dönüştürülmüş
algıların yeniden düzenlenmesidir. Örneğin bir inşaat mühendisinin önceki
birikimlerini de kullanarak yeni bir bina projesini tasarlaması ya da hayal
etmesi gibi.[1]
Tasavvur, alınan tek veya
birden fazla duyumu birleştirerek bu duyumları algı düzeyinde
resimlemektir.
Şemada, anlama
ve anlatma arasındaki doğrudan ilişki ‘K’ okuyla gösterilmiştir. Bu yapı,
anlama ile anlatma arasındaki ilişkiyi göstermekte kolaylık olması bakımından
oluşturulmuştur.
Tabiî ki, alınan
duyumlar, öğrenilen ve anlaşılan konular daha önce edinilmiş benzer konularla
(birikimlerle) birleştirilir, benzemeyenler ayrı ve yeni bir kategori (altsınıf, farklı tür, grup, küme)
oluşturur. Bunlar da daha sonra alınan başka duyumlarla birleştirilerek
öğrenilen bilgi veya birikim alanı giderek genişler.
Algı ve
tasavvurun oluşması için bir kimsenin, çocukluğundan başlayarak somut bir
nesneye bir davranışa veya soyut duyumlara ve duygulara muhatap olması gerekir.
Soyut veya somut olsun bir uyarıcıya muhatap olunmadan algı ve tasavvur
oluşmaz. Bu nedenle, bir neslin nasıl olması isteniyorsa, olunması istenen
davranışlarla, düşüncelerle ve duygularla yüz yüze getirilmesi yani muhatap
edilmesi gerekir.[2] Çünkü algı
ve tasavvur dâhil (acıkma gibi iç
uyarıcılar hariç,) zekâ; dış dünyadan duyumlar almadan ve bir algı oluşturmadan
kendiliğinden bir oluşum, anlam (mana)
veya düşünce yaratma ve yapma yeterliğine sahip değildir.[3]
Tasavvur etme
yönünden, alınan duyumları somut ve soyut olarak sınıflandırabiliriz.
Somut duyumlar,
dış dünyadan eşyalardan, görülebilen, dokunulabilen vs. nesnelerden alınan
duyumlardır. Nesnelerden alınan duyumlar, bir bütün hâlinde manalandırılarak algılama
yeteneğinde resmedilir.
Sevgi, şefkat,
nefret gibi soyut duyumlar; etkilenilen düzeyde anlamlandırılır ve kişinin
davranışlarını yönetir. Bu gibi soyut duyumlar, çocuğun maruz kaldığı duyumun
şiddetine göre daha az veya daha fazla olabilir. Bu nedenle bu gibi duyumlar
bireyde farklıdır. Hatta bu duyumlar,
içinde bulunulan duruma göre de isteklilik veya isteksizlik gösterir. Çok beğendiğiniz
bir şarkı, farklı psikolojik ortamda sizi teselli etmeyebilir.
Toplumsal
mutabakatla anlam kazandırılmış sembolik ifadeler (yazı, resim, karikatür vs.), bilgiler, kavramlar, sözcükler vs.
algılama düzeyine, okuyan veya dinleyen kimse tarafından aynen anlaşılır hâle
getirilir.[4] Bunların aynen anlaşılmaması veya
algılanmaması hâlinde anlaşmazlık ortaya çıkar. Bu nedenle, konuşanı dinleyen
kimsenin, dinlediğini anladığının temel kriteri, dinlediği kimsenin kullandığı
sözcüklerle ve kavramlarla fakat kendi cümleleriyle anlatabilmesidir.[5]
Somut
nesnelerden alınan duyumlar, çocuk tarafından bütünüyle (toptan-gestalt), ayrıntılara inilmeden algılanmasına karşılık,
soyut duyumlar çocuğun yaşı ilerledikçe anlaşılarak davranışlarına yansır. Geneli
itibarıyla çocukta alı bütüncü yani toptandır. Baktığı bir nesneyi, yaşına ve
zihinsel olgunluğuna göre; a. bütün halinde görür, b. Ayrıntıları kısmen
görür. Yani, çocuk da olsa toptan
algılama yönünden ayrıntıları hiç görmez değildir. Ancak ayrıntıları görme düzeyi
toptan algılama düzeyinden daha azdır. Yetişkinlerde de durum bunun tersidir.
Ayrıntıları görse bile toptan algılama yeterliği vardır.
Dış dünyadan (somut nesnelerden) alınan duyumlar, duyumun şiddetine, etkisine,
devamlılığına göre ayrıntıları ile âdeta resmedilerek, soyut duyumlar ise “sevgi, şefkat, nefret vs.” davranışa
dönüştürülecek şekilde anlamlandırılır.
Algı, duyu
organlarından gelip dikkatin süzgecinden geçen duyumları ve izlenimleri
anlamlandırmaktır. Algı, anlama yeteneğinin merkezidir. Anlam, burada oluşur.
Başka bir söyleyişle algı, dış dünyadan alınan duyumları
anlamlandırmaktır.
Dikkatin
süzgecinden geçen (dikkat edilen)
duyumlar, algılama merkezine ve buradan hafızaya gönderilir. Örneğin bir
nesnenin adını işitir, onu görür, ona dokunur, kokusu varsa koklanır ve bu
yolla aldığı duyumları birleştirir ve bir anlam oluşturarak hafızaya gönderir.
Örneğin biber; görülür, tadılır, koklanır, dokunulur ve böylece tanınır. Biber
denildiğinde örneğin acı biber tadılmamışsa bibere ilişkin bir tat algısı oluşmaz.[6] Bu
kişiye “biber” denildiğinde onu daha önceden aldığı duyumlarla yani algıladığı
kadarıyla hatırlar. Bu duyumlardan biri veya birkaçı ile karşılaşıldığında bu
duyumlar birleştirilerek yine biber hatırlanır (çağrışım ve birleşik algılar).
Dikkatin
üzerinde yoğunlaşmadığı dinlenen konuşmayı veya okunan yazıyı, tam ve doğru
olarak algılayamayız, anlayamayız veya öğrenemeyiz. Özellikle dalgınlık
hâlinden, zihnin başka şeylerle meşgul olmasından dolayı dikkat konu üzerinde
toplanamaz. Bu nedenle dikkatin açık ve berrak olması gerekir. Yani, zihin ve
beden başka bir şeyle meşgul olmamalıdır. Yalnız zihnin değil bedenin de
dinlenmesi (istirahat etmesi) bu
bakımdan önemlidir.
Çocuk eşyayı bir bütün hâlinde algılar ve
kavrar. Bütüne ait ayrıntıları görecek olgunlukta değildir.[7] Bütün
hâlinde kavrayış, dil öğretimini de kolaylaştırır. Çünkü dokunduğu, gördüğü, sesini
işittiği bir eşya veya hareketi, adı ile birlikte toptan algılar.[8]
Birden fazla duyum verebilen bir eşya, sadece görülen yönüyle tam bir anlam
oluşturmaz. Onu tasavvur edebiliriz ve sadece görme duyumu ile alınan izlenimle
onu tanımlayabiliriz. Bu tanımlama da tam ve doğru olmaz. Örneğin biberi yalnız
görmekle biber hakkında tam ve doğru bir anlam ya da algı oluşturamayız. Yani
birden fazla özelliği olan nesneler, birden fazla duyu organının işe
karıştırılmasıyla tam ve doğru olarak algılanabilir,
öğrenme bakımından da öğretilebilir. [9] Bu nedenle
bir nesne; sahip olduğu renk, biçim, bölüm, tat, sıcaklık, koku, sertlik, ses
gibi özellikleri bakımından bütünüyle algılatılmalıdır.[10]
Bu bakımdan dil öğretiminde bir hareket
veya eşya; telâffuzu, anlamı ve imlâsı ile birlikte öğretilmelidir. Bu da
eşyaya dokunma, onu gösterme ve onun adını söyleme gibi etkinliklerle olur.
Örneğin, “masa” gösterilir ve “masa” denir. Öğrenciler, onu bütünüyle görür,
ona dokunur. Onun ayakları, çekmecesi, tablası olduğunu daha ileriki düzeyde
fark eder yani çözümler.[11] Kısaca çocuk, zihnen ve bedenen
olgunlaştıkça ayrıntıları görmeye, yapamadığı becerileri yapmaya ve öğrenemediği
konuları öğrenmeye ve kavramaya başlar.[12] Bu algılama;
nesnenin adını işiterek, onu görerek ve ona dokunarak yani bu duyumlar
birbirine bağlanarak gerçekleşir (bağ kuramı).
Başka bir ifade ile bu duyu organlarından alınan duyumlar “masa” anlamında bütünleşir. Bunun için nesne,
nesnenin adının söylenişi ve yazılışı birlikte öğretilmelidir.[13]
Böylece nesneye ilişkin anlam oluşur. “Masa” denildiğinde daha önce algılanmış
olan nesne değil nesneyi işaret eden mana hatırlanır, bu manaya bağlı olarak
masa hatırlanır. Gerek sözle gerek yazıyla ifade edildiğinde anlam, bizzat adın
kendisinde değil onun algılanması ile ilgilidir. Psikolojik ifadesi ile örneğin
“masa” sözcüğünü temsil eden yazılı sembollere değil, onun ifade ettiği manaya
tepki gösterilir.[14]
Kısaca anladıklarımızı yani manayı okuruz veya manayı söyleriz. Yazı ve ses,
sadece onun sembolüdür veya aracıdır.
Öğretime, özellikle dil öğretimine bu
nedenle çeşitli, öncelikle somut eşyaların ve araçların algılanmasının
sağlanmasıyla başlanmalıdır.
Toptan algılama özelliği, gerek dil
öğretiminde ve gerekse okuma-yazma öğretiminde yöntem tayini bakımından önemlidir.[15]
Algı ve algılama, öğrenme ve kavrama
bakımından önemlidir. Bu nedenle algı üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştur.
Algı yönetimi: algı operasyonu veya inandırmak/inanmak
Doğru ve yanlış algılamalar
Algı, insan hayatını yöneten, ona mutluluk
veya mutsuzluk veren kendi iç dünyasından veya dış dünyasından alınan
duyumlarla gerçekleşir. Tam ve doğru algı, gerek dış ve gerekse iç dünyamızın
gerçekliğini ifade eder. Ancak, bu gerçekliğin reklâm, propaganda, tekrar
edilen yalanlarla farklı şekilde algılanmasına veya algılatılmasına algı
yönetimi denir. İnsanın kendi gerçeğinden uzaklaşmak için uydurduğu mazeretler,
ettiği hayaller, kendi yalanına inanma gibi iç algılamalar; başkasının yalanlarına
inanma, kanma, reklâmların ve propagandanın esiri olma bu cümleden sayılır.
Algılama, bir kimsenin dış dünyadan aldığı
uyarımları tek tek veya birleşik olarak anlamlandırmasıdır. Bu, okunanlardan ve
dinlenenlerden elde edilen yanıltıcı olmayan bilinçle elde edilen duyumları
içerir. Bununla birlikte bilinç dışında elde edilen bazı duyumlar ve uyarıcılar
yanlış algılamalara sebep olabilir. Örneğin çölde görülen serap, bir algı
yanılmasıdır. Bu durum kişinin kendinden ve içinde bulunduğu durumdan
kaynaklanan bir algılama yanılgısıdır.
Ancak bir de kişinin kendine bağlı olmayan
algıları vardır. Algı operasyonu denilen bu algılar kasıtlı, maksatlı veya
kişiyi yanıltmak amacıyla başkaları tarafından oluşturulur veya oluşturulmak
istenen yalana inandırma operasyonudur. Bir kimseyi, yanıltmak, kandırmak veya
yönlendirmek amacıyla, olmayan bir şey varmış gibi algılatılır.
Algılatma, bir olayı veya durumu bir
kimseyi belirlenmiş muayyen bir hedefe doğru yönlendirmek hatta inandırmaktır.
Bir yalanı doğru gibi yeminle söylemek; bahane bulmak; suçu başkasına atmak;
olmamış bir şeyi olmuş gibi ya da olmuş bir işi olmamış gibi göstermek,
kandırmak örnek olarak verilebilir.
Bunun gibi, bir kimseyi küçümseyen
sözlerle tanımlamak, iftira atmak, lâkap takmak, aşağılamak da dinleyen
üzerinde bir algı operasyonudur.[16] Algı operasyonuna “yalana inandırmak”
demek daha doğru olur.
Olmayan bir şeyi varmış gibi ifade etmek,
hayal görmek algı bozukluğuna örnek olabilir.[17] Bu, konumuz dışındadır.
Dış dünyadan gelen uyarımlar;
anlamlı-anlamsız, yanlış-doğru olduğuna bakılmaksızın algılanır. Bunların
doğruluğu veya yanlışlığı düşünme yeteneği tarafından daha önceden edinilen
algıların kriterlerine göre belirlenir. Bu nedenle sadece doğrudan algılara
dayanılarak her zaman doğru ve isabetli karar verilemez. Bir kimsenin doğru mu
yanlış mı konuştuğu fark edilmeyebilir. Doğru söylüyorsa zaten bir mesele yok.
Ama yalan-yanlış söylemler karşısında iki vaziyet alınır: a. İtiraz edilir. Yanlış olduğu ispat edilmeye çalışılır. İtirazın
gerçekleşmesi için dinleyenin veya okuyanın aynı konuda doğru bilgilere sahip
olması gerekir. Bu durumda yalan-yanlış ile doğru arasında tartışma olur. b. Bir konuda bilgi sahibi olmayan bir
kimse sözlerin doğru olduğundan şüphe etse bile ısrar neticesinde inanır.
İnandırma; tekrarlar, çeşitli örnekler, yemin, olmasa bile kaynak adı söyleme
gibi şüpheyi giderecek ve kendine inandıracak kanıtlar ileri sürülerek yapılır.
Algı, dış dünyadan nesnelerden ve başka kişilerden (dinlenenden, okunandan)
gelen etkilerle oluşur. Bu etkiler, Okunan bir yazıda yazar, dinlenen bir
konuşmada konuşan kimse muhatabını etkilemeye çalışır. Bir algı türü olarak
nitelendirilebilecek olan “ikna” ise genel olarak duyumları veya anlamları
kabul ettirmek veya kişinin algısını yönlendirme ile ilgilidir. İkna olmak veya
olmamak önce edinilmiş olan algılarla ve bilgilerle ilgilidir. Yeni gelen
uyaranlar önceden edinilenlerle uyumlu olursa kabul edilir ve benimsenir,
değilse ret edilir. Yanlış bir algıyı doğruya yahut doğru bir algıyı yanlışa döndürmek
oldukça güçtür.[18]
Bunun tersi de olabilir. Bir kimsenin
moralini düzeltmek; acısına ortak olmak, onu teselli etmek; bir işi başarması
için teşvik edici sözler söylemek (motivasyon)
olumlu algı operasyonudur.
Aşağılık veya üstünlük duygusuna kapılmak
da kişinin kendi üzerinde yaptığı olumsuz algılardır. İçinde bulunulan durumu
kabul etmek ve razı olmak, olumsuz şeyleri kadere bağlamak ve böylece kendi
kendini teselli etmek de yine kişinin kendi üzerinde yaptığı algı
operasyonlarıdır.[19]
İkna, iki yönlü uyarımla ilgili olabilir:
Başkasının onu ikna etmesi, kişinin kendi kendini ikna etmesi.
a. Bilmeyen veya inanmayan kimse,
bildiğine inandığı kimseye yani otoriteye inanır. Bilen ise çok güçlü deliller,
zorlamalar, zaruretler olmadıkça algısını ve inancını kolay kolay değiştirmez.
Konuşan veya yazan kimse, kendini
dinleyenin veya okuyanın kendisi gibi düşünmesini ister ve bunu
gerçekleştirmeye çalışır. Yani kendi doğrularını kabul ettirmek ister. Bilhassa
siyasetçiler, reklamcılar, her dinde ve inançta tarikat reisleri algı
yönetiminde daha çok rol oynar. Bu durumda konuşmacı, örneğin olmayan durumu
olmuş gibi, yalanı gerçekmiş gibi de anlatır.
Bazen doğruların arasına yanlış da olsa kendi doğrularını bilerek veya
bilmeyerek karıştırır. Kendisini doğrulamak için örnekler gösterir, yemin eder,
dinleyiciye bunu çeşitli yollarla tekrar tekrar anlatır. “Biliyorsunuz ki…”
yahut “Herkesin bildiği gibi ...” ifadelerle söze başlayarak yalanına
inandırmaya çalışır.[20] Algı operasyonu olarak günlük dilimize
geçmiş olan söylem budur. Algı operasyonu en fazla satıcılar, siyasetçiler,
reklâmcılar, dolandırıcılar tarafından sık sık başvurulan bir yöntemdir.
Övünme, kendini kabul ettirme anlamında bir algı yaratılmasıdır. Başkalarına
kendini övdürmesi de aynıdır.[21] İnandırıcı olmakta din unsurları da
kullanılır.
b. Konuşmacı
veya yazar, muhatabına gerçek olduğuna inandığını ve bildiğini anlatır.
Dinleyicinin dinlediğinden veya okuyucunun okuduğundan yeni anlamlar çıkarması
için ipuçları verir.
Göz
boyamak, gerçeği izleyicinin gözünden kaçırarak başka türlü anlamasını
sağlamaktır. Yani gerçeği gizlemek ve gerçek olmayanı muhataba sunmaktır. Örneğin, pazarcılar, meyveleri bir düzene koyarak
satarlar: Tezgâhın müşteri tarafından görünen kısmına en iyilerini, göz alıcılarını
dizer. Hoşa gitmeyenlerini de arkaya koyar. Böylece müşteride meyveleri alma
isteği uyandırır. Meyvelerin ve sebzelerin bu şekilde düzenlenmesine "ağız yapma" denir. Bir
gerçeği, söylemeyen, onu değişik şekilde göstermek isteyenlere "Ağız
yapıyor." denir.
[2] Bununla
ilgili olarak “aile eğitimi” konusunda ayrıtılar vardır.
[4] Burada “anlama”
algı ile ilişkisi yönünden açıklanmıştır. Öğretim yönünden ise ayrıca ele
alınmıştır. Bkz. Anlama konusu, sözlük:
Algı ve algılama.
[6] Bazı nesneler
beş duyu organı ile tanınabilir. Ancak pek çok nesne daha az duyu organının
karıştığı duyumlarla algılanır.
[8] Okulun ilk yıllarında çocukların dikkatleri çabucak
dağılır. Daha önce de söylendiği gibi bu çocuklarda dikkat kısa sürelidir.
İhtimaldir ki öğretmen her 15-20 dakikada bir şarkı söylemek, şiir okumak gibi
etkinlikler yaptırabilir. Dikkat çocuk olgunlaştıkça daha az ve geç dağılır.
Yetişkinlerde dahi dikkat çok uzun süreli değildir.
Toptan algılama denince, mutlaka çocuklar ayrıntıları
hiç görmez değildir. Ancak ayrıntıları görme düzeyi, toptan algılama düzeyinden
düşüktür. Yetişkinlerde ise ayrıntıları görme düzeyi daha yüksektir.
[9] Kör olan bazı kimselerden her birine fili tanımlamaları
istenmiştir. Birisi kuyruğuna, diğeri kulaklarına, biri bacaklarına, başka biri
de hortumuna dokunmuştur. Onu bütünüyle göremedikleri için sadece dokunma ile
ancak herkes dokunduğu organı daha önceden bildiği bir nesneye benzetmiştir.
Örneğin hortumuna dokunan fili su hortumuna, ayağına dokunan onu bir sütuna,
kulağına dokunan onu bir kepçeye benzetmiştir. Yani fil algısı tam ve doğru
olarak gerçekleşmemiştir.
[10]
Dil öğretiminden maksat, hem ana dilin hem de bir
yabancı dilin öğretilmesi kast edilmektedir. Zira, okula başlayan çocuğun dili,
ana dili yani çevre dilidir. Okulda öğretilmek istenen ise kültür/yazı/edebiyat
dilidir ve adeta ikinci bir dildir. Yabancı dil öğretimine ise doğrudan kültür
dilinin öğretimi ile başlanır. Yani, okulda öğretilen yabancı dil, ana dili
değildir.
[11] Anlam bakımından
benzer gibi görünseler de kullanıldıkları bilim alanlarına göre “çözümleme”,
analizden ve tümdengelim” terimlerden farklıdır. Çözümleme bir bütünü teşkil
eden parçaları görme; analiz, bir kimyasal bileşiği ayrıştırma; tümden gelim
ise kuramdan özel durum elde etme şeklindeki akıl yürütmedir. Çözümleme, ikinci
kitapta da gösterileceği gibi, fizik olarak bir nesne parçalarına ayrılarak ve
zihinde onun parçaları tasarlanarak yapılır. Esasen bu terimlerin tamamını akıl
yürütme yöntemleri olarak da adlandırmak mümkündür.
[12] Öğrencilerin sınıf yükseltilmesinde a. Bilgi b.
Olgunlaşma olmak üzere iki temel görüş vardır. Birinciye göre bilen sınıfı
geçer. İkincilere göre ise öğrenci örneğin bu sınıfta kavrayamadığı,
öğrenemediği yahut öğrenmekte güçlük çektiği bir konuyu yahut edinemediği bir
beceriyi zihinsel ve bedensel olarak yeteri kadar olgunluğa ulaştığında yani
bir süre sonra yapabilir hale gelir. Bu nedenle sınıf yükseltmede yalnız
öğrendiği bilgi seviyesine bakmak doğru değildir. bkz. Sözlük: Olgunlaşma.
[13] Bkz. Sözlük. Öğrenme kuramları (bağ kurma) Yukarıda da
belirtiliği gibi toptan algılama ve bağ kuramı dikkate alındığında, öğrenmeyi
esasen bir tek kuramla açıklamak çoğu zaman mümkün olmaz. Pek çok psikolog,
öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini kendi bakış açılarıyla tanımladıkları için hiç
biri tek başına yeteri kadar müessir olamamaktadır. Bu nedenle tek kuram yerine
eklektik olarak öğrenme etkinliklerinde birden fazla kurama müracaat etmek
uygundur. Çünkü; öğrenme, anlama, maharet kazanma vs. çok karmaşık zihinsel ve
bedensel işlemlerle gerçekleşir. Esasen “Nasıl öğreniriz?, Nasıl öğretmeliyiz?”
sorularına yüzyıllardan beri cevap verilememesinin ve her biri diğerinden
farklı kuramlar ortaya atılmasının temel sebebi budur. Bu kitapta sık sık
dipnotlara müracaat edilmesinin sebebi, bu karmaşık ifadeden ileri gelir ve
okuyucuya kavramları sürekli olarak hatırlatma isteğinden doğmaktadır.
[14] Eline belki birçok defa cetvelle vurulan bir öğrenciden
çoğu zaman matematik dersini sevmesi beklenemez. Öğrenci için “cetvel”, eline
vurulan bir sembolü yani manayı ifade eder. “Cetvel” sözcüğüne tepkisi bizzat
cetvelin kendisine değil, onun kendinde ifade ettiği anlamınadır.
[16] “Operasyon”
sözü, bir nesneye veya organizmaya yapılan müdahaledir. Buradaki anlamı ise
algı üzerine yapılan bir müdahale olarak anlaşılmalıdır. Genel olarak da
olumsuz, yanlış bir durumu, olumluymuş gibi kabul ettirmektir.
[17] Algı bozukluğundan dolayı hayal görmek ile hayal etmek
farklı anlam taşır. Hayal etmek bilinçli olarak geçmişe ait bir olayı veya
kişiyi hatırlamak gibi bilinçli zihinsel işlemdir. Bunun yanında bazen de
kendiliğinden oluşan yahut hatıra gelen hayalden de söz edilebilir. Hayal
görmek her durumda bilinçaltı hareketler olarak düşünülebilir. Olmadığı hâlde
bir köpek görüp ondan kaçmak gibi.
[18] Bir konuda öğrenilen ilk bilgi önemlidir. İnsanlar
yüzyıllar boyu dünyanın güneş etrafında döndüğüne inandırılmıştır. Çünkü bu
konuda ilk verilen bilgi Güneş”in Dünya etrafında dönmesi ile ilgiliydi. Bu
bilginin düzeltilmesi oldukça zor olmuştur. Bu nedenle gerek ailede gerekse
okulda ve başka çevrelerde ilk bilgi ne kadar doğru verilirse insanın
muhakemesi, bilgisi, algısı o derecede doğru olur.
[19] Kader konusu,
İslâmî bir terim olmakla birlikte insanlar başlarına gelen kötü şeyleri,
teselli bulmak için kadere bağlar. Başka bir söyleyişle suçu kadere atar. Bu
kimseler (kaderci), başlarına gelen olumsuz ve kötü işlerin hatta hastalıkların
Allah’tan geldiğine inanır. Oysa kişi, kendi kaderini kendi tayin
eder.
[20] Örneğin, karşısındaki kimseyi veya grubu yalanına
inandırmak isteyen bir kimse “Biliyorsunuz, mutlaka okumuşsunuz, filân kitapta
şöyle yazıyor.” dediğinde dinleyici şöyle düşünür: Adam, kaynak gösterdiğine
göre doğru söylüyor. Kitabı okumuş olan kimse ise “Acaba ben denilmek
istenenleri yanlış mı anladım? diye düşünür. Okuyanın okumayandan çok az olduğu
bir toplulukta, okuyan kimse bunu kaynağından araştırsa bile o topluluğu bir
daha bulamayacak ve kendisi inanmayacak, diğer insanlar ise inanmış
olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder