Ana içeriğe atla

s. 67-82 c. 4 nolu çerçeve: HAFIZA/anlak

 ZEKÂ KURAMLARININ ELEŞTİRİSİ VE KÜRESEL ZEKÂ KURAMI
s.  67-82     c. 4 nolu çerçeve: HAFIZA/anlak                    
Hafıza, Arapça “hıfz” yani ezber sözünden türetilmiş ve telâffuzu bakımından Türkçeleştirilmiştir. Kur’an’ı baştan sona kadar ezberleyenlere “hafız”, ezberleme eylemine de “hıfzetme” yani ezberleme denir.
Psikoloji biliminde hafıza aynı anlamda kullanılmış olsa da dil terminolojisinde aynı anlamda bir yetenek olarak adlandırmak tercih edilmiştir. Hafıza, ezberde tutma anlamında; kelimelerin, öğrenilen bilgilerin ve becerilerin, alışkanlıkların algılama yeteneğinden alınması, saklanması/korunması ve gerektiğinde kullanılmak üzere istif edilmesi anlamında anlaşılmalıdır.
Hafıza, kazanılan bilgi, birikim, deneyim, sözcük vs. gibi unsurların alındığı, saklandığı, korunduğu ve kullanıma hazır tutulduğu bir özel yetenektir. Öğretimdeki yerinin öneminden dolayı konu üzerinde ayrıntılı olarak durulma ihtiyacı duyulmuştur.
Hafıza; dışarıdan alınan ve algı yeteneğinde anlamlandırılan (birleşik duyumlar) uyaranların (bilgiler, deneyimler, hatıralar, duyumlar, sözcükler, kavramlar, adlar, telefon numaraları vs.) alındığı, saklandığı, korunduğu ve gerektiğinde bilinç düzeyine çıkarıldığı özel bir yetenektir.
Hafızanın iki veçhesi vardır: Bunlardan birisi hatırlama diğeri ise unutmadır.
Hatırlama, istemli olarak çalışır. Bir soru sorulduğunda ona cevap verilir. Yahut ilk defa karşılaşılan bir kişi, isim, olay vs. bir durum; önceden hafızaya alınmış olan bir durumla, kişiyle, olayla vs. olan aynîlik, benzerlik, yakınlık gibi sebeplerle/uyarımlarla hatırlanır [1] veya bir konudaki bilgi, bir soru karşısında kalındığında da hatırlanır. Bu tür hatırlamalar istemli ya da iradî hatırlamalardır. Bazı durumlarda hiçbir sebep yokken herhangi biriyle tartışma, çocuklukta yaşanan bir olay istem dışı hatırlanabilir.
Unutma da hafızanın alt yeteneklerinden biridir. İstemediğimiz, hoşlanmadığımız, bizi üzen durumlar hafızada canlı kaldığı sürece iç huzursuzluk, kaygı, endişe hâlinde ortaya çıkar. Herkes, annesinin vefatına üzülür, ağlar, feryat eder. Ancak bu kadar ıstırabın,  üzüntünün üzerinden henüz iki-üç ay geçmeden artık bir vesile olmaksızın hatırlanmaz. Ne sevinç ne üzüntü ömür boyu sürmez. Üzüntü, unutulmadığı sürece hayat için çekilmez olur ve mutsuz kılar. Bu nedenle unutma da insanlara verilmiş en büyük bahşişlerden biridir ve insanlar, “Hayat devam ediyor.” der.
Hoşa gitmeyen hatıralar, bir zaman içinde bilinçaltına itilse de bunlar, aynen veya başka bir sebeple başka bir türlü de oraya çıkabilir. Örneğin, öğretmenin, cetvelle eline veya başına vurduğu bir öğrencinin matematik dersini sevmesini bekleyemeyiz. Çünkü cetvel bir matematik aracıdır. Bu araçtan dolayı oluşan kötü hatıra, matematik dersini sevmeme şeklinde ortaya çıkar. Çünkü kelimelerin bizzat telâffuzuna değil, anlamına tepki gösterilir. Bu tepki yaklaşma (sevme, hoşlanma) veya uzaklaşma (sevmeme, nefret etme) şeklinde olur. Gerek dil ve gerekse başka derslerde sürekli eleştirilen ve düşük not verilen bir öğrenciden başarı beklenemez. Bu nedenle öğrencilerin gerek nesnelere ve gerekse kelimelere sevecenlikle yaklaşmalarını sağlayacak uygulamalar yapılmalıdır. Bu nedenle, daha sonra açıklanacağı gibi öğrencinin dil yanlışları yanlış tekrar edilmeden doğrusunu söylemek ve söyletmek suretiyle düzeltilmelidir. Doğru konuşmak, gerek koreografi ve gerekse anlatım bakımından konuşma ve yazma önekleri ile kazandırılır. Zihinsel bir işlevi olan hafızanın konumuzu ilgilendiren esas yönü de budur. Güzel konuşma karşısında öğrenciyi takdir ve teşvik etmek, ona teşekkür etmek; yanlışı karşısında da onu kırmadan doğrusunu söylemek suretiyle düzeltici yaklaşmak en doğru yol olacaktır. Kısaca öğretimin her safhasında öğrencilerde olumlu, sevimli, daha sonra iftiharla hatırlayacağı izlenimler bırakmak gerekir.[2] 
Çünkü hafızada bulunan hatıralar, kendi kendimize, yani anî olarak hatırımıza geldiğinde, o hatıraları oluşturan olayları az-çok aynı sözcüklerle hatırlarız veya ifade ederiz. Bu anlamda hatırlama, düşünme ve hayal etme; istemli veya istemsiz olsun sözcüklerle ve cümlelerle bilinç düzeyine gelir ve ifade edilir. Düşünme, nasıl içten konuşma ise hatırlama da aynen içten konuşmadır. Ancak bu konuşma sessiz olarak ilişkiler ve bağlantılar kurma, olayın göz önünde canlanması şeklinde gerçekleşir. Hatta bazı durumlarda kişi, kendi kendine sesli tepkiler gösterir. Kendi kendine konuşma gibi. Çoğu zaman kişi, bu gibi durumlardaki konuştuğunun farkına varmaz.
Hafızaya giren bilgiler vs. kaybolmaz ve tükenmez. Ancak zaman içinde, kullanılmadığında anî olmasa da bilinçaltına itilir ki buna unutma denir. Ancak herhangi bir sebeple ilişkilendirildiğinde bu bilgilerin vs. üzerimizde yaptığı etkiye göre çağrışımlarla az-çok yeniden hatırlanır. Bu sebeple hafıza aynı zamanda bir hatırlama merkezidir. Hafızaya girmiş olan her türlü algılar, yaşantılar, sözcükler, bilgiler vs. yok olmaz. Bunlar ancak bilinç düzeyinde değildir. Yine de sayıklamalarla, hayallerle, rüyalarla başka duyumlarla karışık olarak ortaya çıkabilir. Unutulduğu zannedilen bilgiler, hatıralar vs. tıpkı bir depoya istif edilmiş odun yığını gibi deponun bir köşesinde bekler. Hatırlama merkezinden uzaklaşan ve belki hiç hatırlanmayan duyumlar, ancak kaba bir benzetmeyle sepete atılan çöpler gibidir. Neyin ne olduğu, neyin neye benzediği fark edilemez. Bu karışmış duygular, düşünceler, bilgiler, sözcükler vs. bazı durumlarda bilinç düzeyine çıksa da abuk-subuk söylemler, hayal görmeler, sanrılar şeklinde tezahür eder.[3] Bunlar, hafızanın üstünden iradenin kalktığı zamanlarda özellikle uyku hâlinde veya kısmî veya bütünüyle hafıza kayıplarında oluşur. [4]
Hafızada yer alan unsurları iki başlık altında toplayabiliriz:
1. Edinilmiş, kazanılmış ve öğrenilmiş hafıza unsurları
Bu unsurlar hafızada geniş yer tutar.
Dış dünyadan alınan uyarımlar, alışkanlıklarla edinilen davranışlar (tokalaşmak gibi), okuma ve dinleme yoluyla elde edilen bilgiler, deneme ve yaşamayla kazanılan duyumun şiddeti (eline iğne batmamış bir kimse iğnenin acısını ancak eline battığında) öğrenilerek kazanılır. Bir konu, muhatap olunmadıkça öğrenilemez. Bu nedenle öğrenci, öğrenme konusu ile karşı karşıya getirilmeli, soyut anlatımlardan, kavramlarla konuşmaktan kaçınılmalıdır.
2. Doğuştan getirilen içgüdüsel ve reflekssel hafıza unsurları
İnsan ve hayvan, zekânın bünyesinde yer alması muhtemel olan içgüdüleri ve refleksleri ile birlikte doğar.[5] İçgüdüler, doğuşta herkeste eşittir. Bunlar, farklı ortamlarda farklı eğitime tabi tutulmalarından dolayı farklı şekilde görülür. Bu nedenle bazı kimseler, aynı uyarıcıya az-çok farklı içgüdüsel davranışlar gösterir. Bu nedenle, bireysel farklılıklar içgüdüsel davranışlarda daha açık görünür. 
İçgüdüsel ve reflekssel davranışlar, doğumdan önce var olduğundan, doğumdan sonra bu davranışlar ortaya çıkar. Örneğin kuzunun doğumundan sonra koyunun memesini emmesi gibi (içgüdü). Bebeğe çok yüksek sesle bağırıldığında irkilmesi, gözlerini genişleterek bakması ve sese doğru başını çevirmesi gibi.
Refleksler ve içgüdüler her ne kadar doğuştan getirilse de bunlar, eğitim yoluyla insanî vasıflara büründürülür.  İçgüdülerin ve reflekslerin hafızanın bünyesinde bulunmasına ilişkin görüşüm, aynı uyarıcıya karşı aynı tepkinin (reaksiyonun) gösterilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu tepki, genel olarak az-çok farklılıkla bütün canlılarda görülür. Örneğin acıkan herkesin karnını doyurmak için yiyeceğe doğru hareket etmesi gibi.[6] Buna karşılık, özellikle kız çocuklarının fareden korkması ve kaçma davranışı, refleksif bir davranış değil anneden öğrenilmiş bir korku/kaçma davranışıdır. Erkek çocuklarda bu sık görülmez. Bunun en önemli nedeni, muhtemeldir ki evde annenin fare ile daha fazla karşılaşmasından ve ona karşı olumsuz tepkinin yanında bulunan kız çocuğuna bulaşmasından ileri gelir.  
Refleks ve içgüdüler, doğuştan getirilmiş koruyucu fakat öğrenilmemiş davranışlardır. Bir kimsenin yüzüne doğru elimizi salladığımızda gözlerini kırpar. Bu kırpma gözü korumak için yapılan davranıştır. Bu davranış öğrenilmemiştir. Ancak kişi, bir korunma durumu ile karşılaştığında refleksif davranışlar gösterir. Ne zaman, bir kurt görsek kaçma davranışı gösteririz.
Reflekslerden bazıları sonradan öğrenilir. Öğrenilen bu davranışlarda her zaman aynı tepki görülür. Bu nedenle doğal bir refleksten söz edilebileceği gibi şartlı veya öğrenilmiş refleksten de söz etmek gerekir. Şartlı refleks kısaca öğrenilmiş refleks olarak tanımlanabilir. Pawlov’un şartlı refleks deneyiminde olduğu gibi. Refleks, genel olarak korunma, kaçma, uzaklaşma şeklinde tezahür eder.
Bazen, bir olayı veya kişiyi hiçbir sebep (uyarıcı) yokken anîden hatırlarız. Bu anî hatırlamaya hafıza refleksi diyebiliriz.
Dikkatten geçerek algıya gelen duyum ve anlamlandırılan ses öbekleri, bilgiler, tecrübeler vs. hafızaya gelir ve burada depo edilir, saklanır, korunur. Bu birikim, hafızanın alma alt yeteneğidir. Bu yetenek istemli veya istemsiz olarak çalışır. Örneğin konuşan bir kimseyi dinlerken, radyoda bir şarkı söylendiğini işitiriz ancak işitilen şarkı sözleri tam ve doğru olarak algılanamayacağı için daha sonra “Siz konuşurken radyoda hangi şarkı söyleniyordu?” diye sorulduğunda bunu tam olarak hatırlayamaz. Halk dilinde “kulağıma çaldı” deyimi de bunu anlatır. Eğer dikkatimiz radyodaki şarkıya yönelirse bu defa da konuşanın söylediklerini tam olarak anlayamayız. Dikkat edilirse hafıza istemli (konuşanı dineleme) ve istemsiz (radyodaki şarkının kısmen hafızada yer alması) olmak çalışır.
Hangi yolla olursa olsun hafızaya gelen bilgiler çağrışım yeteneği tarafından önce düşünme oradan da dil yeteneğine gönderilir.
Dilin sesleri ve sözcükleri hafızada yer alır ve burada korunur. Bunlar edinme –içselleşme- düzeyinde olursa unutulmaz. Bu nedenle okuma ve yazma becerisi hafızada gerçekleşir. Farkına varmasak da karşımıza çıkan bir tabela gördüğümüzde okuruz. Bu okuma önceden kazandığımız okumaya ilişkin becerinin hafızada bulunmasıyla ilgilidir. Bu okuma ve benzerleri hafızada gerçekleşir. İstem dışı –otomatik-  yapılan ve hafızada gerçekleşen bu gibi davranışlara öğrenilmiş refleks diyebiliriz. Trafikte 50 rakamını gördüğümüzde daha öğrendiğimiz bilgiye dayanarak arabamızı yavaşlatma refleksi gösteririz.  Bu refleks, önceden kazanılmış bilgi ve becerilere dayanarak levhadaki işarete gösterilen bir tepkidir. Bu tepkiye öğrenilmiş refleks denir.
Hayallerimizi, tahminlerimizi, tasarımlarımızı, yaratıcılık gücümüzün kaynağını da hafızada buluruz. Denilebilir ki insan, hafızadan müteşekkil bir varlıktır. İstemli veya istemsiz olarak duyumladığımız her uyarıcı hafızaya alınır. Ayrıntılara girmeyerek hafızanın hatırlama gücünden ve algıları alabildiğince alabilme genişliğinden söz edebiliriz. [7]
Bununla birlikte hafıza, az-çok bütün hayvanlarda vardır.
Hafızanın katmanları
Hafızanın alt özel yetenekleri; eksiksiz ve doğru hatırlananlar, hatırlanabilenler ve hatırlanamayanlar olmak üzere çeşitli katmanlardan meydana gelir.
Doğru ve tam olarak hatırlananlar bilinci veya bilinç üstünü; kısmen hatırlananlar ve hatırlanabilenler orta bilinci; hatırlanamayanlar, unutulanlar ise bilinçaltını oluşturur.
Denilebilir ki zekânın fonksiyonlarının önemli bir kısmının işlevi hafızada gerçekleşir. Çeşitli sebeplerle hafızasını kaybeden insanlarda unutkanlık,  konuşma yeteneğini ve hatıralarını kaybetme, gerçekleri ve hayalleri birbirine karıştırma, hayallerini gerçek gibi ortaya koyma gibi birçok beceri ve yeteneğini kaybeder. 
a. Bilinç veya bilinç üstü –üst bilinç- (hatırlananlar)
Eksiksiz ve doğru hatırlananlar, üst bilinci oluşturur. En kolay hatırlanan uyarımlar ve algılar bilinç üstünde yer alır. Özellikle dilin temel elemanları olan sesler ve bu seslerin oluşturduğu sözcükler, dilin gramer kalıpları, kalıplaşmış deyimler, atasözleri, şiir kısaca ezberlenen ve öğrenilen her şey hafızada sistemleştirilerek birbirine geçişleri olan kompartımanlarda –odacıklarda- depo edilir, saklanır ve korunur. Bu cümleden olarak, örneğin matematik, şiir, sözlük, hatıralar, tarih, coğrafya, alışkanlıklar vs. ayrı ayrı odacıklarda tasnif edilir. Bunlar hem birbirleriyle hem de dil ile birbirine bağlanır. Bu odacıklar, mevcut sistemde yeri olmayan yeni bir bilgi ile karşılaştığına, hafıza yeni odacıklar üretir. Hafıza ve dolayısıyla bu odacıklar esnektir ve belli bir kapasiteye kadar genişler.  Kapasitenin dolması halinde yorgunluk, unutma yahut bazı bilinç üstü elemanları bilinçaltına gönderme gibi durumlar ortaya çıkar. Örneğin, algıdan anlam kazanmış olarak gelen uyaranlar, sözcükler burada yer alır. Sözcükler alfabetik sıraya göre burada dizilir. Öğrenilen ikinci dilin sözcükleri de ana dil sözcükleri arasında alfabetik sıraya girer. Tercüme yapılırken farklı dildeki sözcükler anlam bakımından eşleşir ve anlam bir dilden diğerine değiştirilerek (transfer edilerek) düşünme ve dil yeteneğine gönderilir. Burada da gramer kurallarına göre dizilerek sese veya yazıya dönüştürülür.
Üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bir konuyla ilgili hatıralarımızı anlatırken “Daha dün gibi hatırlıyorum.” ifadesi; bilinç üstünde yer alan hızlı, doğru ve tam hatırlamaya örnektir.
Öğrenme ve öğrenebilme yeteneği de algı yeteneğinde yer alır.  Yeteri kadar tekrarla elde edilen bilgiler üst bilinçte saklanır.[8]
Bilinç, istemli davranışları, düşünceleri, hayalleri ve bütün bunların yanında konuşmayı da yönetir. Başka bir söyleyişle ikinci dil, bilinçli etkinliklerle kazanılır. Buna göre anlama (dinleme-işitme yeteneği ve okuma becerisi) ve anlatma (konuşma yeteneği ve yazma becerisi), kısaca dil, bilinçaltında oluşur, bilinç üstünde gerçekleşir.
Burada bir soruna açıklık getirmek gerekir. 1 numaralı şemaya bakıldığında, okuma ve yazma, dinleme ile birlikte dilin daha genel bir ifade ile zekânın girdi unsurlarını sağlar.
Anlama ve anlatma bilinç üstünde (üst bilinçte) gerçekleşir. Buna resim /boya ve çizgi- karikatür ve pandomim gibi anlatım yollarını da eklemek gerekir.
Burada yeri gelmişken kas hafızasından da söz edebiliriz. Bir münasebetle de belirtildiği gibi organik yapımız büyük bir hafıza gibidir. Bu hafızada midenin çalışması gibi doğal refleks hareketler; acıkma hâlinde yiyeceği doğru yapılan içgüdüsel davranışlar; çekiç kullanmak gibi alışkanlıkları, çekici nasıl vuracağımız düşünmeden yaptığımız öğrenilmiş beceriler hep hafıza ile ilgilidir. Gece karanlıkta, sinemadan geldiğimizde anahtarı kapıya, anahtar deliğini dakikalarca aramadan takabiliriz ve kapıdan girince elimizi uzatarak, elektrik anahtarının nerede olduğunu aramadan hemen elektriği yakarız. Otomobile bindiğimizde anahtarı hemen takar ve kontağı açtıktan sonra el frenini indirir, birinci vitese takarız. Aracı kullanırken ne yapacağımızı düşünmeden vites değiştiririz. Bunun gibi, bir konuda yazarken, a harfinin nasıl çizileceğini düşünmeden yazarız. Bu gibi beceriler kas hafızası tarafından yönetilir. Şu hâlde dil bakımından bilhassa yazma becerisi, el-göz koordinasyonunu sağlayan öğrenilmiş kas hafızasında gerçekleşir.
Çocukların eğitiminde ve öğretiminde asıl olan bilinçli davranışlar kazandırmaktır. Yeteri kadar tekrarı yapılmayan, edinilmeyen, öğrenilmeyen davranışları hayata geçirmek mümkün olmaz.

b. Orta bilinç  (hatırlanabilenler)
İsteğimiz dışında dış dünyadan gelen uyaranlar burada toplanır. Bazı görüşlere göre daha anne karnında iken bebeğin algıladığı sesler, sözcükler ve doğumdan sonra da işittiği sesler ve sözcükler burada saklanır. Bu sözcükler başlangıçta anlam ifade etmeyebilir. Ancak bunların anlamı anlaşıldıkça bilinç üstüne çıkar.
Bazen geçmişe ilişkin bir konu hakkında bilgi verirken “Hatırladığım kadarıyla. Böyle hatırlıyorum. Tam hatırlamıyorum ama şöyle olması gerek.” Gibi ifadeler hatırlanabilenler kategorisine girer.
Öğrenme eşiğinin gerisinde kalan bilgiler burada saklanır. Bu eşiği aşacak tekrar ve alıştırmalar yapılırsa öğrenme eşiğini aşarak bilinç düzeyine çıkar.
Bilinç düzeyinde veya orta bilinçte yer alan bilgiler, ezberlenen şiirler, atasözleri, unutulmak istenen yaşantılar vs. bilinçaltına gönderilir.
Kısmen unutulan, hatırlanmakta zorluk çekilen veya hatırlanabilen sözcükler, hatıralar, algılar, duygular vs. burada yer alır. Burada yer alan bu gibi anlamlı algılar, bir vesile olduğu zaman bilinç düzeyine çıkar ve buradan çağrışımlarla dil yeteneğine ulaşır. Örneğin bildiğimiz bir şiirin bir mısrasını işittiğimizde ikinci ve diğer bazı mısralarını hatırlar ve söyleriz.
Dil yönünden işitilen, anlamı sözlükten bulunan fakat anlamı bilinmediği hâlde kullanılan veya doğru kullanıldığı halde tanımlanamayan sözcükler orta bilinçte yer alır.
c. Alt bilinç ya da bilinçaltı (hatırlanamayanlar)
Tamamen unutulmuş görünen, baskı altına alınan yahut dış etmenlerle korku veya şiddete maruz kalan, istenmeyen ve hoşlanılmayan vb. duygular, düşünceler, algılar, hatıralar vs. bilinç tarafından bilinçaltına ya da alt bilince itilir.
Bu katmanlar birbirine karşılıklı geçişli olup, en üst düzeydeki katmanda bulunan anlamlı algılar en alta geçerek unutulur gibi görünür ve bir sebep olmadıkça hatırlanmaz. En alt katmana itilmiş olan her türlü uyaranlar hatırlanmaz. Bazı kimseler “Ben, dün yediğimi hatırlamıyorum.” diyerek, konuşulan konuyu ve sorulan sorunun yanıtını veremeyeceğini, unuttuğunu ifade eder. Tamamen körelmemiş olan duygular, hatıralar vs. bilinçaltının derinliklerinde kaybolur.
Kısmen hatırlanan sözcükler, hatıralar vs. benzerlik, karşıtlık, yakınlık görülen etki alanlarıyla karşılaşıldığında hatırlanır, hatta baskı altındaki bu duygular üst bilince çıkar.
Buna basit bir örnek vermekle yetinelim: Babasından şiddet görmüş bir kimse bu şiddetin etkisini, korkusunu bastırarak bilinçaltına iter. Bir başka zamanda başka bir çocuğun babasından şiddet veya baskıya maruz kaldığını gördüğünde dört çeşit tepkiden birini gösterebilir:
aa. Kendi çocukluğunda babasından gördüğü şiddet, bilinçaltından çıkarak bütün davranışlarını kontrol altına alır. O çocuk, baba olduğunda kendi babasına yapamadığı karşı koyma davranışını kendi babasına yapıyormuş gibi kendi çocuklarına karşı saldırganlıkla gösterir. Başka bir söyleyişle baba, kendini babasının yerine koyar. 
bb. Şiddet gören çocuğun yerine kendini koyarak çocukluğunda gördüğü şiddetten duyduğu korkuyu hatırlayarak kendi içine kapanır ve kendisi şiddet görüyormuş gibi hisseder ve pasif hâle gelir. 
cc. Başka bir çocuğun da kendisi gibi şiddet gördüğüne şahit olduğunda “Demek ki herkes babasından şiddet görüyor.” diyerek bir anlamda yaşadığı şiddeti makul görür yahut razı olur.
dd. Kendi çocukluğunda gördüğü şiddeti hatırladığında ve başka biri nezdinde şahit olduğunda kendi çocuklarına karşı aşırı derece düşkün, merhametli ve sevecen davranışlar gösterir. Yalnız onların değil başka çocukların da şiddet görmesini istemez.
Kullanılmayan edinme, öğrenme yahut ezberleme eşiğini aşamamış sözcükler, deyimler, şiirler, atasözleri gibi kalıplaşmış sözcükler, bilgiler örneklerde de belirtildiği gibi bir yakınlık, benzerlik ilişkisi kurulduğunda hatırlanır. Buna halk dilinde “ip ucu vermek/almak” denir.
Anlamlı olsun veya olmasın her algı hafızanın bir katmanına girer ve burada kalır. Bu nedenle gerçekte unutma (bilginin yok olması) diye bir durum söz konusu olmaz. Ancak; yeteri kadar öğrenememek veya uzun bir süre geçtiğinden hatırlayamamak söz konusu olabilir. Bu da hatırlanamayan algıların bilinçaltına itilmesinden meydana gelir. Bilinçaltına itilen duyumlar, duygular, yukarıda da anlatıldığı üzere çeşitli vesilelerle şu veya bu şekilde bilinç düzeyine çıkar.
Bilinç dışı etkinlikler [9]
Konuşma, bilinç dışı zihinsel etkinliklerle edinilir. Aile ortamında işittiği sesler, sözler yoğun şekilde bebeğin hafızasına işler. Anne-baba bebekle konuşur, okşar, sever, güzel sözler söyler. Anne-babanın kendi aralarındaki yahut diğer çocukların konuşmaları, televizyondaki konuşmalar ve bunlara ilişkin sesler, gramer yapıları aynen hafızaya alınır. Bu etkinlikte bebek pasifmiş gibi görünse de aslında hafıza alınan duyumları kaydetmeye devam eder. Bu işlemde esasen bebeğin konuşma becerisini edinme ve anne-babanın bebeğe konuşmayı öğretme gibi bir amacı yoktur. Böyle bir amaç olmamasına rağmen bebek muayyen bir bedensel ve zihinsel olgunluğuna ulaştığında konuşmaya başlar. Böylece konuşma yeteneğini kullanarak ana dilini oluşturur. Adeta kendiliğinden oluşan bu beceriye bilinç dışı etkinliklerle kazanılmış gözüyle bakılmıştır. Konuşma becerisi bilinç dışı etkinliklerle kazanılsa dahi konuşma üst bilinç düzeyinde oluşur. Konuşma becerisinin bilinç dışı edinilmesini, bilincin konuşma edinimine müdahil olmaması anlamına gelir.
Bilinç düzeylerinin karışması
Korku, çarpma, yaşlılık, hastalık, ilâçların etkisi vb. etkenlerle bazı kimselerde bilinç düzeyleri (kompartımanları) birbirine karışır. Yaşantıların sırası değişebilir.  Konuşmalarının birazı gerçek, birazı hayal, birazı olayları birbirine karıştırma şeklinde ortaya çıkar.
Bu karışıklık, ikinci dili çok iyi bilen kimselerde de görülür. Örneğin ana dilinde konuşma yapan bir kimse bazen farkına varmayarak öğrendiği ikinci dilden sözcükler kullanılır. Bu durumu bazı kimseler ukalâlık olarak değerlendirir.
Bilinç düzeylerinin karışması ile algı bozukluğu farklıdır.

Dil öğretiminde hafıza
Çocuk, ana dilini yani konuşmayı bilinçli olarak “Bu nedir?, Bunun adı ne?, Bu ne işe yarar?” gibi sorular yöneltmeye başlamasından sonra dili bilinçli olarak öğrenmeye başlar. Bu soruyu sormaya başlayan çocukta öğrenme ve anlama merakı gelişir. Her şeyi öğrenmek ister. Konuşmalara kulak kabartır. Büyükler farkına varmasa da onların kullandığı cümlelerde geçen sözcüklerin anlamlarını az-çok fark eder. Buna bağlı olarak sözcük dağarcığı şaşılacak kadar hızla zenginleşir.
Algılanan sözcükler, sözcük grupları, ezberlenen şiirler, atasözleri, okunan bir metin veya dinlenen bir konuşmanın anlamı hafızaya alınır. Bu gibi dil yapıları üst hafızada depolanır, saklanır, korunur. Bir şiir ezberlenmişse bu da bilinçte yer alır. Saklanamayan veya kullanılmayan sözcükler vs. zamanla bilinçaltına itilir.[10]
Burada üzerinde duracağımız en önemli konu, sözcüklerin hafızada nasıl yer aldığıdır.
Dinleyerek, okunarak yahut sözlükten bularak anlamı elde edilen ve kullanılabilir durumda olan ana dildeki ve yabancı dildeki bütün sözcükler hafızada bir sözlükte olduğu gibi alfabetik olarak dizilir. İkinci veya üçüncü bir dili öğrenen kimsenin edindiği bu dillerdeki sözcükler de ana dildeki sözcüklerle birlikte alfabetik sırayla yer alır. Burada örneğin İngilizce öğreniliyorsa bir Türkçe-İngilizce sözcük dizini oluşur. Bu hususu aşağıdaki şekilde biraz daha genişletebiliriz:
Ana dilde bir duygu, düşünce veya bir olay anlatılmak istendiğinde istemimizi –meramımızı- anlatacak sözcükler çağrışım tarafından alınır.
Yabancı bir dille konuşmak istendiğinde ana dil sözcükleri ile birlikte yer alan yabancı dilin sözcükleri de aynı şekilde çağrışım merkezi tarafından alınır. Bir konuşma veya yazma söz konusu olmadığında sözcükleri kullanma bakımından hafıza ve bilinç pasif yani durağan hâlde bulunur. Bu durağanlık konuşma veya yazma istemi olduğunda yahut bir soru karşısında kalındığında çağrışımla etkinleşir.
Dil, özellikle konuşma, bebeklikten itibaren işitilen sesler, sözler, bunların anlamları ve dilin konuşma (gramer) kalıpları bilinçaltı etkinliklerle öğrenilir. Bu nedenle doğal bir ortam oluşturulmadıkça ikinci dilin öğretimi gerçekleşmez. Bu doğal ortam; işitmeye ve dinlemeye temel olmak üzere en az iki kişi arasında geçen konuşmanın yaygınlaştırılması, gramer yapılarının yeteri kadar tekrarı, öğrencinin ayrıca çabaları buna dâhil edilebilir.
Öğrenme ve anlama bütünüyle algı yeteneğinde gerçekleşir, hafızada saklanır.
Konuşma; istemsiz olarak kazanılır. Konuşma, bir ihtiyaçtan doğar, istemli olarak gerçekleşir ve en az iki kişi arasında geçer. Konuşan ve dinleyen yer değiştirebilir. Bu ihtiyaç; bir soruya cevap vermek, bir konuda açıklama yapmak gibi sebeplere dayanır.
Konuşma ihtiyacı duyulduğunda Algı yeteneğinde oluşturularak hafızaya gönderilen bilgiler (anlamlar, düşünceler algılar vs.), hafızaya gönderilerek burada saklanır, konuşma ihtiyacı duyulduğunda  bu bilgileri ifade edecek kelimeler, yine hafızada bulunan bilgileri çağrışımlarla düşünme ve gramer yeteneğine gönderir. Burada bilginin veya olayın gerçekliğine uygunluğu denenerek gramer merkezinde dilin kurallarına uygun olarak düzenlenerek dil yeteneğine gönderilir.
Hafızanın eğitim ve öğretimdeki rolü
Algılama yeteneğinde algılanan ve anlamlandırılan duyumlar, oluşturulan ve ezberlenen bilgiler[11] anlamlandırıldıkları isimler, kavramlar ve kelimeler hâlinde kalıplaşmış hâlde hafızaya gönderilir ve burada muhafaza edilir. Bu bilgiler, öncelikle hafızanın bilinç düzeyinde yer alır. Ancak bu bilgilerin hafızada yer alabilmesi için genel olarak söylenen öğrenme eşiğini burada yapılan açıklamalara göre de algılama ve anlama eşiğinin aşılması gerekir.[12] Bu eşik aşılmadıkça bu bilgiler hafızaya gönderilmeden veya hafızaya gönderilse bile hatırlama düzeyine ulaşamadığından kaybolur. Bu kayboluşa, bilgi yitimi denebilir.
Ancak tekrarla elde edilen bilgiler ezberlenir. Örneğin şiir, şarkı sözü, atasözü, deyim vb. ifade biçimleri algılama düzeyinde hem sözcük hem anlam bakımından kalıplaşmış olarak hafızaya gönderilir.
Bu açıklamalara göre davranış, düşünce veya duyguların kazandırılmasında veya bilginin öğretilmesinde algılatmanın doğru, tam ve zamanında yapılması gerekir. Eğitimin temelde aile ortamında verildiği dikkate alınırsa, ana-babanın ve diğer büyüklerin başta ahlâkî davranışlar, görgü ve sağlık kurallarına uyma konusunda doğru örnek olmaları gerektiği gibi örnek oldukları davranışların çocuk tarafından uygulanıp uygulanmadığı da izlenmelidir.
Algılatmanın doğru, tam ve zamanında olması:
Algılatmanın doğru olması; yetişen neslin bebekliğinden itibaren aile ortamında eğitim, okul ortamında eğitim-öğretim ve toplumsal yönden de toplumun değerlerine uygun olacak amaçların doğru seçilmesi ile ilgilidir. Eğitim amaçları ailenin ve toplumun bütününü ilgilendiren ve itibar edilen değerlerinin doğru seçilmesini gerektirir. Bunun için ciddî araştırma ve inceleme yapmak uygun olur. Kısaca, neslin nasıl olmasını isteniyorsa gerek aile ve gerekse okul en doğru ve uygun amaçlar belirlemelidir.
Algılatmanın tam olması; Algılatılan doğru değerlerin ve bilgilerin veya alışkanlıkların vs. tam olabilmesi için belirlenen amaçların %100’e en yakın değerde gerçekleştirmesi gerekir. Örneğin sağlıkla ilgili alışkanlıkta yemekten önce ellerin yıkanması yeterli görülmemelidir: Ağzın yıkanması ve dişlerin fırçalanması da gerekir. Bilginin öğretilmesinde ise bilgiyi meydana getiren olayların oluş sırası atlanmadan kişilere, mekâna ve zamana bağlı olarak eksiksiz algılatılması davranışa veya yoruma dönüştürülmesi, sebeplerden sonuca ulaştırılması gerekir. Bunun için, örneğin tarih konularının öğretilebilmesi için önce coğrafyanın öğretilmesi gerekir. Çünkü tarihî olaylar bir coğrafya üzerinde gerçekleşir. Bunun yanında tarihte meydana gelen olaylar genel olarak iki taraf arasında meydana gelir. İki tarafın da kişileri doğru tanıtılmalıdır. Öğretilecek konuya ilişkin bilgiler eksik bırakılmadan öğretilmeli veya öğrenmeleri sağlanmalıdır.[13] Zaman kavramı, itibarîdir ve kişilere veya kişilerin içinde bulundukları duruma göre de değişir.
Algılatma zamanının doğru olması; öğrencinin takvim ve zekâ yaşının uygunluğu başka bir söyleyişle olgunlaşması ile ilgilidir. Çocukların belirli yaş ve zihin düzeylerinde yapabilecekleri belirli işler vardır. Örneğin 4 yaşındaki bir çocuğa çarpma ve toplama işlemi öğretmek mümkün olmadığı gibi böyle bir çalışma da beyhude bir çaba olur. Öğretilecek bilgilerin düzeyinin belirlenmesi için okul programı yapımcılarının çocuk gelişim psikolojisini de çok iyi bilmesi gerekir. Olgunlaşma düzeyi bilgi seviyesinin düzenlenmesinde çok önemlidir. Bundan başka algılatma ortaya çıkan fırsatları değerlendirme şeklinde de olabilir. Derslere günlük olayların irdelenerek başlanması öğretmene bu yönden kıymetli fırsatlar hazırlar. Bu fırsatın bulunmadığı durumlarda öğretmen motivasyon (ilgi uyandırma) yoluna başvurmalıdır.   













[1] Aynîlik, benzerlik, yakınlık, zıtlık aynı zamanda çağrışımın temel prensipleridir. Açıklandığı gibi bir vesile veya sebeple hatırlanan şeyler, çağrışımlarla hafızanın bilinç düzeyine getirilir/çağrılır. Bkz. Çağrışım konusu ve sözlük.
Önem verilen her şey hafızaya alınır. Bir şeye veya kimseye önem vermek ona dikkatle bakmak ve tanımaktır. Bu kişi ile karşılaşıldığında aynîlik prensibinden dolayı o kişi hatırlanır.
Benzer şeyler de hatırlanır. Eğer, kavram doğru kazandırılmışsa kavramları oluşturan elemanlardan biri ile karşılaşıldığında diğerleri de hatırlanır. Eğer örneğin, kargayı veya resmini gösterip ona “kuş” denilmişse ve başkaca örneklendirilmemişse “kargadan başka kuş tanımaz.” sözündeki esasen “kuş” kavramında yer alan birçok örneğinin dikkate alınmayarak karga=kuş veya kuş=karga olarak algılanmasına neden olur. Bu söz, kuş’un yalnız kargadan ibaret olduğunu; yani bir şeyin başka örneklerinin olmadığını düşünenler için söylenmiştir.
Bazı olaylar zamanda yakınlık prensibine göre hatırlanır. “Söz vaktinde gerek.” diye bir atasözümüz vardır. Örneğin çok sevdiğimiz bir kimse aralık ayında vefat etmişse, bu ayda o kimse hatırlanır. Kutlama ve anma günleri vs. bu cümleden sayılabilir.
Mekânda yakınlık, gördüğümüz güzel bir parkı, başka bir park gördüğümüzde hatırlarız ve ondan söz ederiz.
Karşıtlık/zıtlık prensibi: Bazen yaşadığımız güzel bir olay, daha önce yaşadığımız kötü bir anımızı çağrıştırabilir veya tersi olur. Bu gibi durumlar karşısında “O günler geride kaldı.” denir.
Bu hatırlamalar, bağ kuramı ile de açıklanabilir. Dil öğretiminde ise ayrıca açıklandığı gibi bir adın öğretilmesi için telâffuzu, anlamı, yazılışı ve okunuşu arasında bir ilişki/bağlantı kurmak veya bunları birleştirmek gibi. Bkz. Sözlük: Öğrenme.
[2] Fazla eleştirel ve sert tutumlar çocukta eleştirildiği konuya, doğru yaklaşma değil uzaklaşma etkisi yapar. Anne-baba ve öğretmen, çocuktan nasıl olmasını bekliyorsa o şekilde davranmalı ve hoş hatıralar edindirmelidir. Nasıl ki “Ahlâk öğretilmez, yaşanır.” ise dil de aynı şekilde öğretilmez, ancak yaşanır ve yaşatılır.
[3] Bazen iradeli ve istemli olarak unutmak isteriz. Bunun için kendimizi farklı işlerle meşgul ederiz. Böylece bazı duyguları, yaşantıları baskı altına alırız. Rüyalar ve sayıklamalar; özellikle kişinin bilinçdışında olduğu uyku veya trans hâlinde iken Freud’un “serbest çağrışım” dediği iradesiz ve istemsiz olarak oluşan her hatıradan ve hayalden bir parçanın birleşerek oluşturduğu yeni bir hatıra, yeni bir hayal ve yeni bir algı bütünüdür.
[4] Yukarıdaki örnekten hareketle, istif edilmiş yani düzenlenmiş bilgiler ve hatıralar vs. odun istifinin yıkılıp dağıldığı gibi dağılır. Yeniden düzenleme ise psikolojik müdahale veya tedavi ile gerçekleşebilir.
[5] “Eğitim” konusunda, zihinde doğuştan getirilen yeteneklerin olduğu ve fakat henüz faal olmadığı üzerinde durulmuştur. Yukarıda ise içgüdülerin ve reflekslerin doğuştan getirilen bir tür doğal davranış yetenekleri olduğu üzerinde durulmuştur.
[6] Ancak, yiyeceğe doğru davranış her kültürde farklı olduğu gibi bireyler arasında da aldığı eğitimle ilgili olarak farklılık gösterir.
[7] Şahsen bir gözlemim şudur: Sıcak geçen bir kış mevsiminde birkaç defa da yağmur yağmıştı. Bahçemdeki elma ağcının aralık hem de son günlerinde sürgün vererek yaprak açtığını gördüm. Bunun anlamı şudur: Ağaçlar, bahar gelince yaprak açacaklarını içgüdüsel olarak bilir ve mevsimi geldiğinde kendiliklerinden harekete geçer. Psikolojik terimlerle bunu ağacın tabiata karşı içgüdüsel doğal refleksi olarak izah edebiliriz. Çünkü ağaç, uzun bir süre yağmuru ve güneşi görünce içgüdüsel olarak uyanmış ve yaprak açarak tabiatın ortaya koyduğu hava şartlarına yakınlaşma refleksini yaprak açarak tepki hâline getirmiştir.
[8] Bu bilgilerin veya uyarımların hafızaya gelebilmesi için öğrenme veya duyum eşiğinin aşılmış olması gerekir. Bu da yeter tekrarla gerçekleşir. Anlamı bilinmeyen bir kelimenin öğrenilmesinde de sözü edilen kelime farklı şekillerde cümlelerde kullanılarak/kullandırılarak öğrenme eşiğinin aşılması sağlanmaya çalışılır.
[9] Bilinç dışı terimi ile bilinçaltı terimi birbirinden farklıdır.
[10] Ezberleme eyleminde algılama yok denecek azdır veya yoktur. Bir şiiri veya şarkıyı ezberlemekle bir konuyu ezberlemek hafıza ve algılama yönünden farklılık gösterir. Bir şiir veya şarkı bilinçdışı etkinlikler oluşturur, bunun sonucu olarak genellikle duygusal davranışları oluşturur veya destekler. Bu tür ezberleme daha uzun süre kalıcı olur. Buna karşılık bir bilginin ezberlenmesi bilinç düzeyinde oluşsa da genel olarak uzun süre kalıcı olmaz. Sınava hazırlanmak için bir öğrenci konuları birebir ezberleyebilir. Bu ezber, sınavdan sonra çoğu zaman hatırlanmaz ve hızla bilinçaltına itilir. Çünkü şiir ezberlemede oluğu gibi kişiyi yönlendirecek bir etkinliğe ve hatta gerekliliğe sahip değildir. Belki ezberleme denilecek kadar çok tekrara dayanan öğrenmeler daha uzun süre kalıcı olabilir. Bunu ilkokul öğrenciliğinde ezberlediğiniz bir şiir veya o zaman öğrendiğinizi bilgileri hatırlamaya çalışınız. İkinci kitapta bu konu üzerinde durulacaktır. Bkz. Sözlük:ezber. 
[11] Bilgi sözü, davranışsal bilgiler, duygusal bilgiler, bilişsel bilgiler, sayısal bilgiler vb. anlaşılmalıdır. Bkz. Sözlük: Öğrenme kuramları, duygu.
[12] Anlama eşiği: Anlama düzeyi, anlama öncesi ve anlama sonrası olmak üzere iki alt düzeyde izah edilebilir. Örneğin bir kimse bir konuyu bir defa işittiğinde anlayabilir. Başka biri bir defa okuduğunda anlamayabilir. Bu düzey, anlama eşiği öncesi düzeydir. Belki ikinci okuyuşunda da anlamayabilir. Üçüncü okuma sonunda anlama öncesi düzeyden kurularak anlama sonrasına yani anlama düzeyine ulaşır. Bu durum, ezberleme için de aynıdır. Bkz. Ezber, öğrenme.
[13] Özellikle tarih konularında olayların kronolojik sırasının ezberlenmesi kastedilmemektedir. Yani kronolojik bir ezberletme söz konusu olmamalıdır. Ancak gerek ailede ve gerek okulun ilk günlerinden itibaren zaman kavramı çocuğun yaşına ve olgunlaşmasına uygun olarak gün, ay, yıl, asır gibi kavramlar kazandırılmalıdır. Çünkü insanın en iyi bildiği zaman yaşadığı zamandır. Yaşanmayan örneğin üç yüz yıl, beş yüz yıl ve iki bin yıl gibi önceki zaman veya elli yıl, yüz yıl gibi sonraki zamanı anlamak bir çocuk için olduğu kadar çoğu zaman yetişkinler için de kolay olmayabilir. Yetişkin olan on kişiden fazla kimseye “Saat 8, günün sabah mı, ikindi mi, akşam vakti mi?” olduğu sorulduğunda, her biri farklı zamanları söylemiştir.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ...

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve ...

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb...