Ana içeriğe atla

s. 95-100 İKİ ÖNEMLİ SORU

 ZEKÂ KURAMLARININ ELEŞTİRİSİ VE KÜRESEL ZEKÂ KURAMI

s. 95-100         I. İKİ ÖNEMLİ SORU
Esas konuya geçmeden önce iki soruya daha cevap vermenin  yararlı olacağını düşünüyorum.
a. Zekâ gelişebilir mi?
b. Hayvanlarda zekâ var mı?
a. Zekâ gelişebilir mi?
Zekâya ilişkin bütün yeteneklerle içgüdüsel ve reflekssel davranışlar doğuştan gelir. Ayrıca açıklanacağı gibi içgüdüler, refleksler ve bütün yetenekler ve bu yeteneklere ilişkin alt yetenekler beyinle eşgüdümlü olarak doldurulmaya, işlenmeye, öğrenmeye ve eğitilmeye hazır olarak genler vasıtasıyla nesilden nesle geçer. Herhangi bir travma olmadığı takdirde herkesin az-çok birbirine yakın zekâ düzeyine sahip olarak doğduğu söylenebilir.[1]
Dış travmalar, anneden ve babadan tevarüs eden bir takım olumsuzluklar, hamilelik sırasında annenin hastalığı, doğum esnasındaki travmalar, daha önceki atalardan gelen ve tevarüs eden hastalıklar veya başka sebeplerle zekâ düzeyinde farklılıkların varlığından söz edilebilir. Böyle bir durumda dahi bir bebek yetişkinlikte ulaşabileceği varsayılan en üst zekâ düzeyine potansiyel olarak esasen bebekliğinde sahiptir.
Zekâyı bir birimle ölçmek mümkün değildir. Oluşturulmuş olan bütün zekâ testleri, ancak zekânın bir kısmını ölçebilmektedir. Denek grupları veya hayat boyunca işindeki veya çeşitli alanlardaki başarı veya başarısızlıklarına bakılarak kesin bir zekâ çokluğundan söz etmek mümkün değildir. Örneğin bir uzaklığı veya derinliği tahmin ettirmek mümkündür. Bu yönüyle insan tahmin yeteneğine sahiptir. Bu yeteneği kullanması ancak öğrenme, deney ve gözlemleri ile kısaca yaşantıları ile mümkün olabilir. Yeterli derinlik, uzunluk deneyimine sahip olmayan bir bebek veya çocuk merdiven başına geldiğinde düşüp düşemeyeceğini tahmin edemez. Buna karşılık bir kimsenin sezgi yeteneğini ölçemeyiz veya bunu belirlemek gözlemcinin karşılaşacağı tesadüflere bağlıdır. Bunun da ne kadar sıklıkla gerçekleşebileceğini belirlemek de mümkün görünmemektedir. Bu nedenle bir kimseye ya bütün yeteneklerini ölçebilen ve gözlenebilen testler uygulanmalı veya bütünü ile üstün veya geri zekâlı denilmemelidir.[2] Bunun yerine ölçülen yeteneğindeki üstünlüğünden veya azlığından söz edilmelidir. Örneğin tahmin gücü üstündür, ama güzel sanatlardaki yeteneği azdır denebilir. Ölçüm birimi de buna göre geliştirmelidir.  Buna göre de zekâ ölçümünün mümkün olmayacağını düşünmüyorum. Ancak, zekâyı oluşturan yeteneklerden bazılarını, eğitim-öğretim yönünden ve hayattaki başarıya yönelik olarak ölçebiliriz.
Verasetle getirilen yetenekler geriye doğru büyükbabalardan veya annelerden alınan genlere karşılık olmak üzere yeteneklerden bazıları daha az veya daha çok edinilmiş olabilir. Bir kimsenin yaratıcı veya buluşçu gücü, iş hayatındaki ve insanları yönetmedeki başarısı, analiz yapabilmesi vb. gibi üstünlükleri veya gerilikleri özel yeteneklerinden ilgili olanların daha gelişmiş veya gelişmemiş olması ile ilgilidir. Bazı yetenekleri bakımından gelişmiş olanların geri olduğu yahut geri zekâlı denenlerin da acaba hiç üstün olduğu yetenekleri yok mudur? Geri zekâlı denenlerin geçmişine yönelik ebeveyninden tevarüs ettiği veya sonradan dış etkilerle dumura uğrama gibi sebeplerle zihinsel yeteneklerinden bazılarını veya bütününü kaybettikleri veya çalıştıramadıkları günlük hayatta sık karşılaşılan durumlardır.[3]
Genelde zekâya, özelde dil yeteneğine ilişkin olmak üzere temel ve esas girdileri sağlayan işitme yeteneğinin doğuştan kısa bir süre sonra etkinleştiği bilinmektedir. Bakma yeteneği de yine kısa bir zaman etkinleşse de göz gelişimi oldukça geç yaşlarda tamamlanmaktadır. Dokunma, tatma ve koklama duyumları da doğuştan çalışmaya hazır vaziyettedir. Duyum yeteneklerini sağlayan organların kısa sürede gelişmesine karşılık, bu duyumların ve uyarıcıların yetenekleri ve dili gerçekleştirmedeki durumu düzenli olarak sürekli değil, adım adımdır. Bunlardan bazıları yaşa bazıları yaşantılara bazıları öğrenmeye, bazıları olgunlaşmaya bağlı olarak bir zaman içinde gelişimini tamamlar veya tamamlamaya devam eder. Bu nedenle, bir çocuğun zekâsını değil, zekâsını oluşturan yeteneklerini en üst düzeyde kullanabilecek şekilde ona yaşına uygun deneyimler ve öğrenimler edindirmek veya kazandırmak gerekir. Aile başta olmak üzere, özellikle okul programlarını hazırlayan ve bunu uygulayan eğitimciler çocuğun hangi yeteneğini geliştirdiklerini adım adım dikkatle izlemelidir. Örneğin anlama yeteneğini geliştirmek için farklı, dikkat yeteneğini geliştirmek için farklı, algı yeteneğini yahut düşünme yeteneğini geliştirmek için ayrı ayrı yöntemler belirlenmeli, ders kitapları bu çerçevede yazılmalıdır. Kısaca toptan bir zekâ gelişimi ve eğitimi değil, yetenekler eğitimi yapılması gerekir.
İnsan üzerinde çevre mi yoksa veraset mi daha öncüldür?  sorusunun cevabı, 20. Asrın en hararetli tartışmalarına konu olmuştur. Bazı psikologlar çevrenin insan üzerinde etkisi olduğunu bazıları ise verasetin etkili olduğunu tartışmıştır. Çevrenin insanın gelişmesi üzerindeki etkisini savunanlar çeşitli deneyler yapmışlardır. Ancak şu var ki, zekâ veya insanın gelişimi, karakteri ve kişiliği üzerinde, sahip olunan yeteneklerin etkili olduğu ancak bu etkinin sağlanması için makul, yapıcı ve olumlu çevre katkılarının olması gerektiği de bir gerçektir.[4]
Başlıkta sorduğumuz sorunun doğrudan cevabı bizi gerçekte ilgilendirmemektedir. Zekâ gelişir mi gelişmez mi? Bu sorunun cevabı tartışıladursun, bir sonuç alınıncaya kadar çocuklara yetenekler eğitimi yapmak gerekir.
Mutlaka bir cevap vermek gerekirse, yeteneklerin her biri doğuştan ne kadar getirildi ise o kadardır. Okulun yapacağı iş, getirilen her yeteneği en verimli şekilde ve en üst düzeyde kullanabilmesini sağlamaktır. Başka bir söyleyişle, zekâ var olan potansiyelinin-gücünün üstüne çıkarılamaz yani zekâ geliştirilemez. Ancak zekâyı oluşturan yetenekler azami derecede kullanılacak şekilde eğitime tabi tutulabilir.  Örneğin, ezberleyebilme yeteneğini azami derecede kullanabilmesini sağlamak için uygun yöntemler geliştirilebilir. Dil yeteneğini, muhakeme yeteneğini, öğrenme yeteneğini, içgüdü yeteneklerini azami derecede kullanabilmesini sağlayacak yöntemler keşfedilebilir. Esasen eğitimin görevi zekâyı geliştirmeye çalışmak değil, yetenekleri azami derecede kullanabilme beceri ve alışkanlığını kazandırmaktır.
Esasen, daha sonra ele alacağımız eğitimden maksat da budur.
Bu konuda son olarak şunu söyleyebiliriz, doğuşla getirilen içgüdü ve refleks yetenekleri hayat boyu davranışlarımızda ve hatta düşüncelerimizde etkilidir. Ancak bunlardan içgüdü yetenekleri sosyal hayat ortamında özü değişmemekle birlikte görünüm bakımından eğitime tabi tutulabildiği halde reflekslerin eğitime tabi tutulması mümkün görünmemektedir.

b. Hayvanlarda zekâ var mı?
Hayvanlarda zekâ olup olmadığı, varsa ne kadar olduğu geçtiğimiz yüzyılda üzerinde durulan konulardan biri olmuştur. Bu konuda özellikle fareler ve maymunlar üzerinde çeşitli deneyler yapılmıştır. Bu deneyler, lâboratuar ortamında hazırlanmış ve uygulanmıştır. Bu denemelerden en ilginç olanı maymunların zekâsının ancak 3 yaşındaki çocuğun zekâsına yakın olduğu bulunmuştur. Bununla birlikte hayvanlarda da insanlarda bulunan yeteneklerden bazılarının düşük düzeyde de olduğu sonuçları elde edilmiştir.
Günümüzde ise özellikle hayvan belgeselleri dikkatle gözlendiğinde bazı sonuçlara varmak mümkündür.
Basit olarak civarımızda dolaşan evcil hayvanları gözlemlediğimizde zihinsel faaliyetleri yönünden insanlara az-çok benzerliği olan yönleri olduğu açıkça görülür. Bunlara ilişkin bazı örnekler vermeye çalışalım.
Bir keçi veya at sürüsü serbest bırakıldığında kendi barınağını kolayca bulur. Birçok defa karşılaştığım gibi azdırılan bir kedi ve bir köpek de yaşadığı evi kolayca bulur. Bunun şartlanma ile bir ilgisi yoktur. Bu durum, öğrenilmiş alışkanlıklardan biridir. Bunun gibi uzakta da olsa sizin et atarken el hareketinizi gören bir kedi veya köpek, sizin et attığınızı algılar ve doğruca etin kokusunu da alarak etin atıldığı yere doğru hareket eder.
Önceki yüzyılda olduğu gibi artık hayvanları laboratuar ortamında incelemeye gerek kalmamıştır. Çünkü hayvan belgeselleri dikkatle gözlendiğinde de hayvanların da bir zekâya ilişkin birtakım yeteneklere sahip oldukları kolayca anlaşılmaktadır.
Şahsen bu belgeselleri bu yönden dikkatle incelemeye çalışıyorum. Örneğin bir fil, çamura düşen yavrusunu kurtarmak için hortumu ile önce baş tarafını, sonra arka bacakları altından hortumunu salındırarak yavrusunu çamurdan çıkarttı. Filin bu eylemi, onda bir muhakeme edebilme yeteneği olduğunu işaret eder.
Uçurumun veya dal üstündeki bir hayvan, bulunduğu yer ile aşağısı arasındaki derinliği fark ettiği için hareket etmez.  Bu, onun derinliği tahmin edebilme yeteneğine sahip olduğunu gösterir. 
Bir maymun, yavrusunun bitlerini ayıklarken ona bitlerin nasıl ayıklanacağını öğretmektedir. Bir maymun, bir daldan öteki dala uzaklık tahminine bağlı olarak düşmeden atlayabilmektedir. Atlama mesafesinde olmadığı durumda kendine yeni pozisyon yaratmaktadır.  Aslanlar da yavrularına nasıl avlanacaklarını öğretebilmektedir.
Bütün hayvanların kendi cinslerine uygun olarak çıkarttığı seslerle iletişim kurduklarını düşünmek mümkündür. Örneğin ava çıkan birkaç aslan, aralarında kurdukları iletişimle avın etrafını çevirerek tuzak kurabilmektedir. Onların iletişimleri kendi iletişim kanallarıyla belki sınırlı sayıda bir kelime dağarcığı ile gerçekleşmektedir. Bu sesler kesik kesik olduğu dikkate alınırsa her sesin bir kelimeye tekabül ettiği düşünülebilir.  
İnsan davranışlarında olduğu gibi öğrenilmiş, içgüdüsel ve reflekssel davranışlara sahiptirler. Ancak, örneğin ev ortamında beslenen bir köpeğe şartlı da olsa tuvalet eğitimi yaptırılabilinmektedir.
Bu açıdan bakıldığında hayvanlar bazı özellikleri bakımından öğrenme ve eğitilebilme yeteneklerinin olduğu düşünülürse, hayvanların oldukça önemli ölçüde insanlarla ortak benzer yönleri olduğunu kabul etmek uygun olur.
Ancak bu benzerlik, hem nitelik ve hem de nicelik bakımından eşit olarak düşünülemez. Hayvanları bazı davranışları bakımından eğitilemez ve öğretilemez ama bazı davranışlar da öğretilebilir. Örneğin bir aslana yemek yeme adabını öğretmek mümkün değildir ama bir köpeğe veya kediye kısmen öğretmek mümkündür.
Kısaca daha önce de söylendiği gibi insanlardaki özelliklerden her biri hayvan türlerinden birinde, hayvan türlerinin özelliklerinden her biri insanda mevcuttur.



[1] Bu kitapta “zekâ” denildiğinde, zekâyı oluşturan bütün yeteneklerin organizesyonu kastedilmektedir.

[2] Bu nedenle geri zekâlı veya zihinsel özürlü gibi sözler yerine, zekâsını kullanamayan insandan söz edilmelidir.
[3] Dış etkiler: Bilhassa ateşli hastalıklar yanında alınan ilâçların, düşme, çarpma, darbe gibi beyin üzerinde travmaya sebep olan durumlar.
[4] Bu tartışmalarda, asil olarak doğanlar asil olur, hırsız babanın çocuğu hırsız veya ahlâksız olur şeklide görüşler ileri sürülmüştür. Özellikle aristokratlar verasete, davranışçılar çevreye öncelik vermiştir. Çevrenin etkisini göstermek üzere Hindistan’da meşhur Avare filmi çevrilmiştir. Türk atasözleri arasında “Otu çek, köküne bak.”, “Her şey aslına çeker.” sözleri aristokratları tasdik için söylenmiştir. 

Yorumlar

  1. Hareket etmeseler de bitkiler canlıdır. Bu malum. Peki, insan davranışlarını yönlendiren içgüdü ve refleks birer özel yetenek midir?
    Hayvanlarda az çok zeka kırıntıları olduğu biliniyor? Bitkiler de zekî varlıklar mıdır?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ...

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve ...

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb...