ZEKÂ KURAMLARININ ELEŞTİRİSİ VE KÜRESEL ZEKÂ KURAMI
s. 87-94 f. 7 nolu çerçeve: DİL YETENEĞİ
Konuşma eylemini gerçekleştiren
fiziki olarak akciğer, akciğerden gelen hava ve basıncı, ses telleri, ağız
boşluğu, damak, dil, diş dudak olmakla birlikte zihinsel olarak somut bir
göstergesi yoktur.
Yetenek olarak dil, çağrışımlarla
hafızadan alınan algıları, anlamları veya öğrenmeleri konuşma yeteneğine
gönderir. Yetenek olarak dilde dört işlem cereyan eder: gramer, sese dönüştürme,
konuşma ve yazma işlemleri. Her işlem, dil yeteneğinin alt yetenekleri dir.
Bu açıdan bakıldığında adeta bir ham
madde olarak zekânın bünyesine giren izlenimler, duyumlar, sesler konuşma ve
yazma olarak somutlaşır.
Düşünceler, gramer kalıplarında
toplumun umumî anlaşmasına uygun olarak özne-tümleç-yüklem olarak sıralanır,
bunlar sese veya yazıya dönüştürülerek konuşma ve yazma olarak gerçekleşir.
Gramer
Gramere
gelen düşüncede oluşan sunum yapılacak bilgiler, yorumlar gramer alt
yeteneğinde dilin kurallarına göre sıraya konur.
Dili yapı
bakımından oluşturan çeşitli gramer yapıları, bebeklikten itibaren bilinç dışı
etkinliklerle yani doğal olarak edinilir. Örneğin, cümleyi oluşturan
kelimelerin sıralanışı, sıfat ve isim tamlama kalıpları, yapım ve çekim ekleri
ve bunların kullanılışı sayılabilir.
Oluşan
düşünce, yorum veya hatırlanan bilgi gramer kalıplarına uydurulmak suretiyle
kuralarına uygun olarak konuşulur veya yazılır.
Bütün
dillerde bir cümlenin kuruluşunda işi yapan (özne),
yapılan işin konusu (nesne-tümleç, zarf
vs.) ile o işin yapılışını gösteren bir eylem (yüklem) olan sözcük/sözcük grubu olmak üzere değişmez üç temel
unsur vardır. Bunun yanında oluşturulan isim, sıfat ve zarf tamlamalarının
gramer yapısı veya tamlamayı oluşturan sözcüklerin dizilişi de farklıdır. Bu
farklılık genel olarak nesne olan sözcükle yüklem olan sözcüğün sıralamasında daha
fazla görünür.
Türkçe
kurallı bir cümlede bu elemanlar özne, tümleç, yüklem sırasında kullanılır.
Tamlamalarda ise tamlayan sözcük önce, tamlanan sözcük ise sonra kullanılır:
mavi kalem.
Ana dil
dâhil dil kurallarla öğretilmez ve öğrenilmez. Bir dilin oluşmasında yapı
bakımından beş temel unsur vardır: a.
Her dile özgün sesler, b. Konuşulacak konu veya bilgi, düşünce vb. c. Bu bilgiyi oluşturan sözcükler ve
anlamları. d. Bilginin ifade
bakımından sözcüklerin sıralanışını sağlayan gramer. e. yeteri kadar tekrar.
Bu
unsurlardan başlangıçta bilgiyi oluşturan sözcüklerin önemli bir kısmı ile
gramer yapısının önemli bir kısmı çocukluk çağında ve ağırlıklı olarak da
ailede edinilir.
Bu açıdan
bakıldığında yukarıda da ifade edildiği gibi grameri veya kelimeleri liste
hâlinde öğretmek, bir dili öğretmek değildir. Bunun gibi ikinci dil de ana dil
de gramerle öğretilemez. Öğretilse de yeterli kadar başarılı olunamaz.
Bebekler
konuşmayı nasıl öğrenir? Anne ile bebek arasında geçen ve aile içindeki
konuşmalar, çocuğun dilini edinmesinin başlıca kaynağıdır.
Konuşma ve
yazma becerisi, dilin kuralları olan gramer üzerine kurulur. Konuşma yetenek
olarak doğuşla gelir, ancak hangi dili nasıl kullanacağımız ise çevre etkisi ve
eğitim ile şekillenir.
Gramer;
dilin yapısını (özne, yüklem, tümleç vb.
sentaks) ve anlamsal yönünü (semantik) kuramsal ve uygulamalı olarak inceleyen
bir bilim dalıdır. Ancak dil öğrenmede veya öğretmede kuramsal incelemeye yer verilmez.
Dilin kuramsal yönü, uzmanları ilgilendirir.
Gramer,
konuşmanın ve yazmanın kuruluş çatısını oluşturan kurallar ve uygulamalar
bütünüdür.
Bilim dalı
olarak gramer, sözcük ve cümlelerin çeşitlerini, yapısını, bunların anlamını ve
aldığı ekleri, kısaca dilin mantığını inceler.
Aile ve
çevre ortamında dil çevrede konuşulduğu gibi edinilir. Okulda ise çevre dili, yazı dili ve kültür dili düzeyinde
şekillenir. Gramer, okunan yazının veya dinlenen konuşmanın doğru ve güzel
örnek olunmasıyla kazanılır. Başka bir söyleyişle anne, baba, öğretmen ve
çevredekiler doğru ve güzel konuşmaya özen göstermelidir. Dil, semantik ve sentaks yapısına uygun olmak
üzere doğru ve güzel örnek olacak şekilde kullanılmalıdır. Ancak ileri düzeyde
dil öğretildikten sonra gramer kuralları üzerinde durulabilir. Aslında, buna da
gerek yoktur.
Çocuk;
grameri yani dilin sentaks ve semantik yapısını ayrıca konuşma seslerini,
şiveyi vb.- farkına varmayarak –bilinç
dışında- edinir ve konuşma eşiğini aştıktan sonra kullanmaya başlar.
Dilin
gramer yapısı, daha bebeklikten itibaren çevresinde işittiği konuşmaların gramer yapısından elde edilen
birikimlerle bu yapı, bilinç dışında –kendiliğinden-
dilin yapısına göre –örneğin kurallı
cümle veya devrik cümle şeklinde, ses yapısı, anlam vs.- kalıplar hâlinde
edinilir. [1]
Gramer alt
yeteneği, konuşma yeteneğini etkinleştiren ve farklı farklı konuşma üreten
merkez gibi çalışır. Hafızadan çağrışımlarla getirilen kelimeler, konuşma
yeteneğindeki gramer merkezine bilgileri ve düşünceleri anlatabilecek şekilde
gramer kalıplarına dökülür ve böylece şekillenerek sese dönüştürülür.
Cümle
yapısı, sözcüklere getirilen ekler vs. her ne kadar uydurulmuş ve düzenlenmiş
olsa da halk; dili bütünüyle kültürün bir parçası ve kalıcı –değişmez- olarak düşünür. Hatta
kutsallaştırır. Fakat dil bütünüyle kutsal değildir. Dilin kutsal olan ve
olmayan yönleri vardır. Dilin iki temel kutsalı vardır. Bunlardan birincisi
gramer yapısı (sentaksı), ikincisi
ise ses yapısı ve ses uyumudur. Bunun dışında kalan anlam yapısı (semantiği) ve kelime dağarcığı zaman
içinde, sosyal hayat, teknoloji, milletlerarası ilişkiler ve özellikle din
değişikliklerinde kelimelerde ve anlamlarında yenileşme, ekleme, değişme
görülür. Bazı kelimelerin anlamı değişir, bazıları kullanılmaz hâle gelir.
Zaman içinde bu kelimeler de kendilerinin yerini aldığı kelimeler gibi
yerlerini başka ve yeni kelimelere bırakır. Bu değişim sırasında hem
değiştirilen hem de değişen kelimeler uzun bir süre birlikte kullanılır.
Çünkü bir
dilde çeşitli sebeplerle yeni sözcükler icat edilir –uydurulur-. Zamanla bazı sözcükler kullanımdan düşer. Bazı yeni
sözcükler dile girer. Bazen başka dillerden sözcük alınır. Buna göre sözcükler
doğar, bir süre dilde yaşar ve bir zaman sonra onun yerini başka sözcükler
alır. Bu, dilde kaçınılmaz bir sonuçtur. Pek çok dilci, “Dil de yaşayan bir
canlıdır.” derken dilin gramerini değil adları ve sesleri kasteder.
Adların
aldığı ekler, ses uyumu kuralları, sözcük çeşitleri vb. konularla bunların
tanımları ve yapıları konumuzu ilgilendirmemektedir. Bu çalışmada, öğretim
açısından dil konusu, dilin nasıl öğrenildiğine ve dili kullanırken gramer yapının
anlam (mana) ile bağıntısı üzerinde
durulmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada gramer unsurlarının anlamı oluşturmadaki
rolü ve sonra da öğretimi üzerinde ayrıntılı olarak açıklanmaya çalışılmıştır.
Dilin esas
ve temel anlatım unsuru cümledir. Cümle, bir takım kavramlardan ve sözcüklerden
oluşsa da bunlar gelişigüzel ve bir yığın halinde kullanılmaz. Cümle, denilmek
istenen manayı belirtecek şekilde seçilen ve farkına varmayarak dilin bütün
sentaks kurallarına göre sıralanan kelime ve kavramlardan oluşur.[2]
Bir
cümlede iki temel unsur vardır:
a.
Cümlenin dildeki kurumuna – temel cümle
kalıplarına- uygun olması: Dilin gramer yapısına uygun olarak özne,
tümleç-nesne ve eylem bildiren sözcüklerin doğru kullanılmasıdır. Ancak ileri
düzeyde, devrik cümlelerin anlamı nasıl değiştirdiğine de dikkat çekmelidir. Zire devrik cümleler de bir kurala uygun olarak
kurulur.
b. Cümlenin anlamı bakımından mantıklı olması: Sözcüklerin, herkesin
aynı manada anladığı ve kabul ettiği anlamlarla kurgulanması yani anlatımın
olaya ve oluşuma uygun olmasıdır.[3]
Örneğin, “Su yukarıya doğru akar.”
cümlesi, gramer bakımından doğrudur ama olaya ve mantığa aykırıdır. Mantığa aykırılık,
ancak rüyada ve hayalde olabilir: Rüyada uçtuğunuzu görürseniz, sabahleyin bunu
anlatırsınız. Bu durum, mantıklı olmasa da oluş zamanı bakımından doğru olur.
Bunun gibi örneğin “kral” sözünü “padişah” karşılığında açıklamak doğru
değildir. Yahut “Ben kral olacağım.” gibi bir cümle de mantığa veya duruma
uygun değildir.
Cümle
sözcüklerin belirli kurallara göre sıralanmasıyla kurulur. Sözcüklerin gelişi
güzel sırada söylenmesi bir anlatım (konuşma
ve yazma) vasıtası olmaz. Bu kuralların en önemlisi, cümlede; isim, sıfat, zarf, fiil gibi sözcüklerin
özne, tümleç, yüklem görevlerinde
doğru kullanılmasıdır.
Temelde bu
sıralama doğrudur ama konuşma yeteneği ya da gramer merkezi bebeklikten
itibaren edinilen temel kalıpları da kullanarak yeni gramer kalıpları üretir.
Devrik cümle bunun en güzel örneğidir. Bunun yanında ilk bakışta “Ali bu gün
okula erken geldi.” cümlesi ile “Ali okula bugün geldi.” cümlesi de gramerin
değiştirme gücünün ürünüdür. Gramer
bir alt yetenek olarak cümle yapısının değişmez kuralını bozmadan kelimeleri değişik
formlarda yeniden düzenleyerek yeni dil formları oluşturur. Bu formlar; eksiltili cümleler, dinleme sırasında söylenmek
istenen cümleyi tamamlama, çeşitli tamlamalar, ünlem söylemleri, bir cümlenin
aynı kelimelerinin yerlerinin değiştirilerek yeniden oluşturulması gibi. Kısaca,
gramer, hem yeni formlar üretir hem de dil formlarını değiştirebilir. [4]
Dönüştürme
Akciğerden gelen
hava basıncı ile ses telleri, ağız boşluğu, dil, diş, damak, dudak gibi
organlar kullanılarak konuşma gerçekleşir. Yazma dahi konuşmanın sessiz ve içten
konuşulmasıyla gerçekleşir.
Gözle yani içten
veya sessiz okuma da ses organları kullanılmadan yapılan okumadır.
Dönüştürme
yeteneğinde, anlamlı sesler (sözcükler),
konuşma yeteneğinde konuşmaya, beceriler olarak da okumaya ve yazmaya çevrilir.
Çevrilen bu
sesler akciğerlerden gelen hava basıncıyla çalışan ses tellerine gönderilir,
dil, diş, dudak vb. yardımıyla ses olarak ağızdan çıkar. Böylece duygu ve
düşüncelerimizi, bildiklerimizi ve anladıklarımızı ifade ederiz.
Yazma hâlinde
ise bu sesler, konuşma merkezinden yazma merkezine gönderilir. Daha önceden
edinilen yazma becerisini kullanarak istemimizi yazarız. Aslında yazma da bir
nevi içten konuşma ile gerçekleşir.
Şemada, gramer,
konuşma, yazma ve okuma ilişkisi küçük resimlerle de gösterilmiştir.
1
ve 2 numaralı şemada bir nesnenin adının işitilmesinden veya sözlükte anlamının
bulunmasından itibaren söylenmesine kadar olan zihinsel (psikolojik) işlemler bir varsayım olarak tanımlanmıştır.
Oklar sırasıyla izlendiği takdirde bu oluşum
daha iyi anlaşılacaktır.
Hafızaya gelen algılar, burada saklanır ve
korunur. Dinleme ile başka yollarla öğrenilen sözcükler ve bu sözcüklerin
oluşturduğu bilgiler çağrışımla dil yeteneğine gönderilir. Esasen öğrendiklerimiz,
anladıklarımız, gördüklerimiz ve yaşadıklarımız da hafızada sözcüklere
dönüştürülecek şekilde birikimler hâlinde tutulur.
Bir soru karşısında kalındığında veya
konuşma istemi duyulduğunda bu sözcük algıları çağrışımlarla dil yeteneğine gelir.
Burada ağzımızdan çıkmasını isteğimiz sözcükler gramer kalıplarına uygun olarak
sıralanır ve dönüştürme alt yeteneğine gelir. Burada gramer kalıplarına
uydurulan sözcükler sese dönüştürülerek konuşma gerçekleşir. [6]
İstenilen konuşmanın sese dönüştürülmesi, biyolojik olarak akciğerden gelen
hava basıncıyla titreşen ses tellerinin ağız boşluğunda yankılanır ve damak,
dil, diş, dudak yardımı ile sese dönüşür.
Aslında yazma da konuşmadaki işlemlere
tabidir. Çünkü yazma, içten yapılan konuşmanın veya düşünmenin birtakım
sembollerle ifade edilmesinden başka bir şey değildir.[7]
İç dünyamızdan doğan tasarımlar, hayaller
hafızada sözcüklerle ifade edilir. Hayaller, tasarımlar, plânlar da bir nevi
içten (kendi kendine) konuşmadır.
İçten konuşmanın en karmaşık biçimi
düşünmedir. Düşünme hafızada gerçekleşir. Sözcüklerin ve öğrenilmiş hazır dil (gramer) kalıplarının birbirleriyle
kurulan ilişkisinden düşünce oluşur.
Konuşma
Konuşma, bir düşüncenin veya bilginin
seslere dönüştürülmesidir. Ancak bu sesler, dilin toplum tarafından ortaklaşa
manalandırılmış olan isimlere ve daha bütüncül manalar taşıyan konuşmaya
dönüştürülür. Bu anlamda sesleme (konuşma),
algıda oluşan, hafızada korunan ve düşünce hâline dönüştürülen manaların sese
çevrilmesidir. Hâliyle dinleyen, konuşanın sarf ettiği sözcükleri vs. değil, o
sözcüklerin taşıdığı manayı dinler ve anlar.
Yazma
Yazma da konuşmada olduğu gibi düşüncenin
seslerin harf denen sembollere dönüştürülmesiyle gerçekleşir. Yazan aslında
manayı temsil eden sembolleri yazar. Okuyucu da konuşmada olduğu gibi yazının
bizzat kendisini değil yazının taşıdığı manayı okur. Örneğin “kırontek cars
senk fird” şeklinde yazılmış bir yazıyı okuruz. Ancak bunun bir manası yoktur.
Buradan da anlaşılıyor ki konuşma manayı söyleme, yazma manayı yazma; dinleme
ve okuma da manayı dinleme ve okumadır.
[1] Somut olarak beyinde bir konuşma merkezinin olduğu tıp
biyolojisi verilerine göre bilinmektedir. Aynı şekilde beyinde örneğin hafıza,
düşünme vs. gibi merkezler olduğu da bilinmektedir. Kitabın baş tarafında
gösterilen şemalardaki oklar zihinde cereyan eden olayların bağlantıları, somut
olarak beyinde nöronlar tarafından sağlanmaktadır. Buna göre somut olarak bir
et yığını, sinirler ve kan damarlarından oluşan beyin soyut olarak zekâ denilen
ürünü imal etmektedir. Konuşma da bu imalâtın ürünlerinden biridir.
[2] Burada “farkına varmamak” ifadesi, dilin bilinçdışı
(kendiliğinden, istemsiz işitmelerle) edinilmesi sonucu farkına varılmayarak
kullanımı kastedilmiştir. Bu husus, ikinci dil öğretiminde de aynen geçerli bir
ifadedir. Zira yapılan yeteri kadar tekrarlarla kazanılan “dili kullanma
eşiğinin aşılmasından sonra” denilmek isteneni ifade edecek kelime ve
kavramları kendiliğinden (otomatik olarak)
dilin kurallarına uygun şekilde kullanılabileceğini de ifade eder. “Dili
kullanma eşiği” aşılmadan bir dili kullanmak mümkün olmaz. Öğrenmede de durum
bundan farklı değildir. Bkz. öğrenme.
[3] Ancak bazı durumlarda başka insanlara uygun gelmeyecek
doğru olan bazı olay veya durumlarla karşılaşılabilir. Ortaçağda, Avrupa’da
kilise, Güneş’in Dünya etrafında
döndüğü” kabulüne karşı gelen Galille’nin “Dünya”nın Güneş etrafında döndüğünü”
ileri sürmesi gibi. Buna göre başkaları tarafından bilinmeyen gerçekler,
bilenlere göre çok sayıda olursa, bu gibi gerçekleri kabul ettirmek oldukça güç
olur.
[4] Ancak, gramer, hafızada ezberlenen bilgileri,
atasözlerini, deyimleri, ikilemeleri, şiirleri değiştirmez ve bunları hafızadan
geldiği gibi konuşma alt yeteneğine gönderir.
[5] Gerçekten
zekânın bünyesinde bir “dönüştürme” alt yeteneği var mıdır? Bu somut olarak
beyinde gösterilebilir mi? Ancak böyle bir dil alt yeteneğinin varlığını,
sonuçlara bakarak söyleyebiliriz. Beyinde bir konuşma merkezi olduğu bilinmektedir.
Fakat, nasıl oluyor da bu merkez varlığı gösterilemeyen çağrışımları, algıları
vs. birtakım takip edilemeyecek kadar hızlı sinir akımlarıyla konuşma merkezine
getiriyor da akciğerlerden gelen titreşimler öğrenilmiş sözcüklere dökerek
konuşma hâline dönüştürüyor? “Dönüştürücü alt yeteneği ifadesini bunu izah
edebilmek için kullandım.
[6] Sözcükleri
sese/konuşmaya dönüştürmek istemli bir davranıştır. Sözcükleri sese çevirmeden
de kendi kendimize içten konuşabiliriz. Bilhassa, hayalimizde bir kimseye
kızdığımızı, sevdiğimizi içimizden veya hayalimizden cümlelerle ifade ederiz.
İstemediğimiz durumda konuşmayız. Özellikle küçük çocuklarda bu durum sık
görünür. İstemezse çocuğu bir türlü konuşturamazsınız.
Rüyamızda bir kimse
ile konuşmamız istem dışıdır. Türkçede
kendi kendine konuşan için şöyle denir: Deli misin? Niçin kendi kendine
konuşuyorsun?
Yorumlar
Yorum Gönder