Ana içeriğe atla
Gerek medeniyet ve gerekse pedagoji tarihi bir anlamda reformlar tarihidir. Bu nedenle önce reform nedir, reform yapmaya niye ihtiyaç duyulur, reforma götüren süreçler nelerdir? Bu soruya cevap arayacağım. Sizin de yorum ve eleştirilerinizi beklerim. 

FORM, DEFORM VE REFORM
Önceki zamanlarda incelemiş olmama rağmen son okuduğumda şunu fark ettim: MEDENİYET VE PEDAGOJİ TARİHİ, form, deform ve reform döngüsü içinde gelişmektedir. Bu nedenle önce bu kavramları açıklamaya çalışacağım.
Yorum ve eleştirilerinizle destek olursanız, bu kitabı birlikte yazmış oluruz.

FORM VE REFORM İLİŞKİSİ [1]
Medeniyetin ve pedagojinin ne olduğunu anlamak için en baştan bakarak, bu perspektifle geleceği anlayabilmek ve anlatabilmek mümkün olacaktır. Bu bakış açısı, her peygamber gelişinde ve her toplumda yahut millet nezdinde kendilerinden öncekileri dikkate alarak yenilenen hayat tarzını yani reform hareketleri olduğunu anlamak bakımından önemlidir. Çünkü gerek Allah tarafından gönderilen kutsal kitaplar ve gerekse bilim adamlarının ve filozofların ortaya attığı görüşler de az-çok etkili olan birer reformdur. Buna göre reform; insanlık hayatı içinde sürekli yaşanan canlı, hareketli daima iyiye, güzele ve doğruya doğru hareketlerin, insanlar arasındaki eşitliğin, insan haklarının tesis edilmesi için adaleti zirveye ulaştırma çabasıdır. Başka bir söyleyişle reform,  her peygamber, filozof ve bilim adamının pedagojik tavır ve düşünceleriyle medeniyete katkıda bulunma hareketidir.
Bir anlamda da reform; buraya kadar incelenen milletlerin ve bilim adamlarının yahut filozofların her birinin pedagoji yoluyla kendinden önceki medeniyet değerleri üzerine koyduğu bir tuğlanın ifadesidir. Başka bir söyleyişle de reform; önceki yaşayış tarzının yeniden biçimlendirilmesidir.
Esasen bu kitap çerçevesinde karanlık çağlardan başlayıp taş devrini ve takip eden bütün medeniyet ve pedagoji tarihi, bir anlamda da reformlar tarihidir.
Reform,  geride kalmış kültürün etkin ve doğru unsurlarını alarak ileriye doğru hareket etmedir.
İnsanın yaratılışı anlamında hangi kurama inanılmış olursa olsun, insan konuşmaya, yürümeye, karnını doyurmaya başladığından önce dünya ve onun üzerinde taş, kaya, maden, hava, su, bitkiler ve hayvan olan diğer canlılar yaratılmıştır.[2] Kısaca, insan, hayatını devam ettirebileceği bir ortam hazırlanmıştır.
DEFORM
Eğitim-öğretim anlamında insanları ilgilendiren formun, deform oluşum şartlarının ortadan kaldırılması için tedbirler almaya yöneliktir. Bu nedenle bu konuların gerek aile içi yaygın eğitim ve gerekse okul eğitiminde bu hususlar üzerinde ciddî olarak durulması gerekir.
Form, yaratılışla ilgili olmakla birlikte reform süreklilik arz ederken gerek insan, bitki ve diğer canlılar şu veya bu şekilde deformasyona uğramaktadır. Kısaca çeşitli sebeplerle doğanın ve canlıların formu bozulmaktadır.[3] Deform, varlıkların öz formlarından kaymalarının ifadesidir. Yani yaratıldığı formdan olumsuz etkilerle başka şekle girmesidir.
Doğada bitki, hayvan yapısı ve sayısı bakımından bir denge vardır. Bunun yanında suyun ve havanın da yapısal bir dengesi vardır.
Havaya karışan çeşitli gazlar, fabrika bacalarından çıkan dumanlar, egzoz gazları, nükleer santral patlamaları onun hidrojen, oksijen, azot, karbondioksit gibi bileşenlerinin yapısını bozmaktadır.
Bitkiler, tabiata verdikleri güzellikler yanında insanlara ve hayvanlara da yaralıdır. Bunun yanında kirlenen havayı temizler. Ancak plânsız kesimler, orman yangınları bitkilere ve ağaçlara zarar verdiği hayvanlara, insanlara ve hatta hava temizliğine de zarar verir. Öte yandan meyve ağaçlarının ve tahıl bitkilerinin ilâçlanması bunların kendilerine zarar verdiği gibi insanların ve hayvanların sağlığına da zarar vermektedir. Bir taraftan da toprağı zehirleyerek topraktaki mikroorganizmaları ve toprağa yararlı bazı canlıların ölümüne de sebep olmaktadır.
Yangınlar, seller, depremler, toprak kaymaları, erozyon gibi felâketler de doğanın yapısında meydana getirdiği deform, çevresindeki bütün varlıklara zarar vermektedir.
İnsanların doğaya verdiği zararlar sebebiyle, bu satırların yazıldığı günlerde 60-70 yaşında olanlar pek iyi hatırlarlar ki iklim, bugün çocuklarınkinden çok farklıdır. Kışın yağan yoğun karlar yağmaz oldu. İlkbahar neredeyse kışa döndü. Kuraklık veya aşırı yağışlar mevsim kavramını alt üst etti. Vakitsiz yağan dolu, mahsullere zarar vermeye başladı. Yazın sıcaklar kavurucu olmaya başladı. Bir hafta içinde sıcaklık artış ve düşüşleri arasındaki fark çok arttı. Kutuplardaki buzullar hızla erimekte, deniz seviyesi yükselmekte. Kısaca iklim değişti. İklim de deforme oldu.
Her türlü hastalık ve kazalar insan formunu bozarak deforme etmektedir. Bu deformasyon bazen ölümlere bile sebep olmaktadır. Son zamanlarda genleriyle oynanmış çeşitli meyve ve sebzeler de insan sağlığını bozmakta pek etkili olmaktadır.
Gerek doğal felâketlerin ve gerekse insanların bilinçli veya bilinçsiz olarak biçim/form verilmiş dünyayı ve belki gelecekte de evrenin bazı bölümlerini tahrif etmek için âdeta elinden geleni yapmaktadır. Yangınlar, asitler, zehirler, inşaatlar için kullanılan milyarlarca ton malzemelerin bir yerden başka yere taşınarak yapılan inşaatların, yer altındaki petrolün ve doğal gazın çıkarılması ve yer altında meydana gelen büyük boşluklar, havaya salınan eksoz gazları, nükleer silâhlar, termik santraller, batan gemilerden suya sızan petroller vs. bu Dünya formunun bozulması için zemin hazırlamaya devam etmektedir.
Deform, yalnız dünyanın fizik ve iklim yapısı üzerinde olmamakta. İnsanların sosyal ilişkilerinde, din ve ahlâk anlayışında da gözle görülür bir deformasyon yaşanmaktadır. [4]  Bu cümleden olarak, ahlâkî değerlerde ve buna bağlı olarak dinî ve sosyal değerlerde deformasyon gün be gün artmaktadır.
İleriki sayfalarda daha ayrıntılı açıklanabileceği gibi haksızlık, adaletsizlik, yalan, hile, küfür, rüşvet, sözünde durmak, saygı ve sevgi gibi ahlâki değerlerdeki yozlaşma ve çöküş, ahlâksızlığı yani ahlâkî deformasyon neredeyse meşru hâle getirmektedir. Bunun bu açıklamalar ışığında anlamı topluma yeni bir format atılmak demektir.
Geçmiş toplumların çok tanrılı dinlerindeki putların yerini en başta para, güç, makam gibi yeni putlar almaya başlamıştır. Bazı kimseler, bazı kimseleri alenen tanrı ile mukayese edebilmekte, Müslümanlar için kutsal olan örneğin Kâbe”nin maketini yaparak etrafında tavaf etmekte, kimi peygamberin pabucunu şifa diye satışa çıkartmakta, kimi çok önceden yaşamış bu gün olması mümkün olmayacak olayları gözleri yaşlarla dolarak anlatmakta, kimi siyasî güç elde etmek için ibadet yerlerinde propağanda yapmakta dini bir matah gibi araç gibi kullanarak din tüccarlığı yapılmaktadır.  
Pek çok tarikat İslâmiyet”i kendi kişisel anlayışlarına göre yorumlayıp amaçlarına göre kullanmaya, çoğu zaman siyasî güç elde etmeye çalışmaktadır. Orta Çağ”daki kilisenin eğitim üzerindeki baskısı ve etkisi günümüzde adeta din adamlarının baskısı ile yenilenmiş görünmektedir.
Din öğretimi yapma adı altında birçok kurumda çocuk tecavüzleri had safhaya ulaşmıştır.
Yine dini kullanarak saf inançlı Müslümanları çeşitli vaatlerle dolandıran insanlar ortaya çıkmıştır.
Öte yandan cinayet, kadına ve çocuğa şiddet de hatırı sayılır ölçüde artmıştır.
Kısaca dünya fizik-maddî ve hem de ahlâkî bakımdan deformasyon içindedir. Bu nedenle yeni bir reform hareketine ihtiyaç olması gerektiği kanaatindeyim.
Form, reform ve deform kavramlarını daha rasyonel açıklayabilmek için iki örnek verelim:
İnsan formu Âdemle başlar
Semavî dinlerde olduğu gibi diğer birçok milletlerin yaratılış efsanelerinde de bir tanrının ve insanın varlığından söz edilir. Bu nedenle bizim de başlangıç noktamız hem ilk insan hem ilk peygamber olarak Âdem”e Allah tarafından nasıl bir form verdiği hususundan başlamak istiyoruz.
İnsanlık âlemi bakımından, insanlara ilk form, yani neleri yapacakları ve neleri yapmayacakları amacıyla Allah tarafından Hz. Âdem”e gönderildiği ifade edilen on sahifelik emirle başlamıştır.[5] 
Hz. Âdem”in yaratılışında nasıl bir kültür ve anlayış formu verildiği hususunda şunları biliyoruz:
- Kendini yaratan Allah”a inanma (din) formu verilmiştir.
- Meleklerden üstün formda yaratılmıştır.
- Örtünme anlayışı verilmiştir.
- Ona bir takım bilgiler öğretilmiştir.
- Onun yapmayacağı bir takım işler öğretilmiştir.
- Neleri yapabileceği öğretilmiştir.
- Yasak emirlere uymayınca cezalandırılmıştır.
- Evlilik kurumu oluşturulmuştur. (Havva ile evlenmiştir)
- Âdem”den istenenler aynı zamanda eşinden de istendiğinden kadın-erkek eşitlik anlayışı verilmiştir.
- İnsan kromozom ve genleri oluşturulmuş, her defasında kendine benzer çocuklar yapmaları sağlanmıştır.
- Çocuklarını yetiştirme (eğitim) anlayışı verilmiştir. (Bildiklerini öğretmiştir.)
- Aynı batında doğan çocukların evlenmesine yasak konuluştur.
- İlk cinayet işleme formu verilmiştir.[6]
- Ölüleri gömme formu verilmiştir.
- Yargılama ve cezalandırma yani adalet kurumu oluşturulmuştur.
- Âdem”e itaat etme duygusu vermiştir. [7]
İnsanın yani Âdem”in Cennet”te yaratıldığı ve yasak emre uymadığı nedeniyle Dünya”ya gönderilerek cezalandırılmıştır.
Dikkat edilirse Âdem peygamber vesilesiyle insanlığa dinî, ahlâkî, hukukî ve kültürel bir takım değerler yol gösterici olmuştur. Bunlarla birlikte biyolojik olarak bir şekil ve şekle zekâ/akıl/düşünme, içgüdü ve refleksler de verilerek aslı toprak ve çamur olan bu karmaşık yapıdan Allah, insan yaratmıştır ve verasetle geçen genlerle benzer çocuklar yapmaları ile neslinin devamını sağlamıştır.
İnsan biyolojik olarak yalnız saf topraktan değil, o toprakta bulunan hemen hemen bütün madenlerin de karışımından yapılmıştır. İnsan vücudunda potasyum, magnezyum, demir gibi pek çok element ve maden vardır. Bunun yanında diğer canlı varlıklar bakımından ilişkilendirilse, insan bütün canlıların her birinin az-çok bir benzerliğini taşır. Bunun tersini de düşünürsek her canlı da insanın özelliklerinden birine sahiptir. İnsanın, gerçekten çok kompleks ve karmaşık biyolojik ve psikolojik yapısı vardır. Ayrıca Allah, topraktan yarattığı bu varlığa kendinden ruh, irade verdiği gibi en güzel ve yarattıklarının en şereflisi olma niteliği de vermiştir. Hatta Kur”ân”ın bildirdiğine göre kendi suretinde yaratmıştır.[8]
Evren bakımından Dünya”nın, canlılar bakımından insanın yaratılması en büyük ve en güçlü reformdur. Çünkü Dünya, evrenin yaratılmasından, insan da diğer canlıların yaratılmasından sonra yaratılmıştır. Buna göre Allah, insanı yaratarak ilk, Kur”ân ile de son reformunu yapmıştır.

İlk reformist Şit peygamber  
Şit Peygamber, Âdem Peygamberin oğludur. Diğer çocukları ikiz doğmasına karşın tek olarak doğmuştur.
Şit Peygamber de öyle görünüyor ki tarih öncesi çağlarda yaşamıştır. Allah”ın ona emir ve yasaklarını bildirdiği ve insanlara duyurmasını istediği 50 sayfalık bir kitap gönderdiği bütün peygamberler tarihi kitaplarının ortak görüşüdür.
“Bu kitapta hikmet ilmi, matematik, sanayi bilgileri, kimya ilmi ve daha birçok şeyler bildirmişti.” Özetle, insanların Allah”ın buyruklarına uymalarını, daima iyi işler yapmalarını; düşmanlık, kıskançlık, kin, yalan söyleme, boş yere yemin etme gibi işlerden uzak durmalarını istedi. Taş binalar onun zamanında yapılmaya başlandı. Daha sonra Yemen tarafına gidip azgın ve sapık hâlde yaşayan (deforme olmuş) Kâbil kavmine giderek onları Allah”a iman etmeye davet etti ise, onlar bu daveti kabul etmediler ve Şit taraftarlarıyla savaştılar. Onların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı. Babası, Âdem aleyhisselâmla veya kardeşleriyle Kâbe’yi balçık çamuru kullanarak taştan yaptı. Peygamberler tarihi kitapları, Hz. Âdem (as)’in, vefatından önce oğlu Şit’e ve dolayısıyla bütün insanlığa beş maddelik mühim bir öğütte bulunduğunu kaydederler. Ders ve ibret dolu bu nasihatler şöyledir:
 “— Ey Şît! Oğullarına söyle:
1. Dünyadan ayrılmayacaklarmış gibi bakmasınlar. Buradan bir gün göçüp gideceklerini düşünsünler.
2. İnsanlara söyle, hiç kimsenin sözünü düşünmeden kabul etmesinler. Biraz düşünüp doğruluk derecesini incelesinler.
3. Oğulların yapacakları işin sonunu iyi düşünsünler… Eğer ben yasak ağacın meyvesinden yerken, bu işin sonunu düşünseydim, başıma gelen gelmeyecekti...
4. Bir işe başlarken içinde o işe ait bir endişe ve isteksizlik olursa, işi tekrar düşünüp, yeniden tetkik etsinler.
5. Doğruluk derecesini kesin olarak bilemedikleri işlerde bilenlere sorsunlar. Dürüstlüğüne inandıkları kimselerle yaptıkları istişare neticesinde, varacakları karara göre hareket etsinler. Eğer ben meleklere başvurup işimin sonunu onlarla konuşup karara bağlasaydım, başıma gelenlere katlanmak zorunda kalmayacaktım.” [9]
Bu iki peygamberi niçin aldım? Çünkü Şit peygamber babasının formunu reform etmiştir. Her peygamber de bir öncekinin reformunu tekrar reform etmiştir. Bu zincirleme reform, Hz. Muhammed”e kadar devam etmiştir. Dindeki reform hareketleri Kur”ân”ın nüzulü ile son bulmuştur. Bundan sonraki reformlar ise Kur”ân”ın yorumlanarak, açıklanarak ve her durumda ona dayanarak âdeta bir iç reform halinde bir devam etmiş, yukarıda açıklandığı gibi bir süre sonra iç reform da durmuştur.
Hz. Muhammed”den önceki dinin adı Hanef olmakla birlikte Âdem Peygamberden itibaren bütün peygamberler gerçekte ana hatlarıyla İslâm dinini tebliğ etmişlerdir.
Hz. Muhammed”in reform kaynağı ise bizzat Kur”ân”dır. Kur”ân başlı başına bir reform hareketinin nihai başlangıcının müjdecisidir. Tarihi başlangıcı bakımından en belirgin reform, Kur”ân”ın indirilmesiyle başlamıştır.
Arap tarihi üzerinde oldukça hacimli durmamızın sebebi, Türklerin Müslüman olmalarından sonra Arapların etkisinde kalarak onların cahiliye döneminde ve Emevîlerin İslâmiyet anlayışında yaptıkları düzenlemeleri Müslümanlığın esası gibi kabul ederek Arap kültürünün de etkisinde kalmış olmalarıdır. Öyle ki bu etki günümüzde bile hissedilmektedir.
Belki –unutmazsam- ayrıca ele alacağım gibi örneğin “ibadet” kavramını namaz, oruç, zekât ve hac gibi dar bir kalıp içine sıkıştırılmıştır. Oysa Allah”ın Peygamber aracılığı ile bize bildirilen Kur”an”ın ilk emri olan “İkra/oku” emrinden başlayarak, şükür etmek, ondan yardım dilemek, adaletli olmak, kul hakkı yememek, düşünmek,  yalan söylememek gibi onun bildirdiğini bütün emirlere uymak,  bütün ahlâk ve fazilet ve adalet değerleri ayrı birer ibadet olarak görülmelidir.
Son zamanlarda sıkça görülen ve gittikçe umumîleşen yalan söylemek, kul hakkı yemek, yetimleri ve fakirleri gözetmemek, gasp, hırsızlık, rüşvet, çocuk tecavüzleri, cennet anaların ayağı altındır diyen bu inancın sahiplerinin kadına gösterdiği şiddet, bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmektir diyen bu inancın sahiplerinin işlediği cinayetler ve daha nice Allah”ın emirlerine aykırı işler işleyen bu toplumun en ciddî düzeyde din, ahlâk, eğitim ve adalet anlayışında bir reform hareketine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.  Zira peygamberler tarihi ve onların mücadeleleri incelendiğinde, onların mücadelesine konu olan benzer durumların yaşandığını görüyorum.
Buna ilâveten askerlik yapmayan, bir işte çalışıp para kazanmayan ve asalak yaşayışlarıyla koca imparatorluğun bilimsizlikten çöküşüne yardım eden tarikatlar, felsefenin (matematik, fizik, kimya, astronomi gibi bilimlerin) okutulmadığı medreseler, günümüzde sayıları oldukça çoğalmıştır. Her tarikatın şeyhi, müritleri, takipçileri var. Her biri İslâmiyet”i bir tarafından çekiştirmekte, namazı orucu ön plâna alıp bir taraftan İslâmî değerleri tahrip etmektedirler.[10]
Ahlâksızlık, adaletsizlik, yobazlık âdeta umumileşmiş ve toplum tarafından normal yani meşru görülmeye başlamış gibidir.
Haksızlık etmek de istemiyorum. Zira son zamanlarda birçok ilâhiyatçı TV kanallarında yaptıkları konuşmalarında kendi çabalarıyla küçük çapta da olsa reformist söylemler yapmaktadır. Ancak bu, yeterli olamamaktadır.
Bu kitabı yazmamdaki temel amaçlardan biri insanlığın başlangıcından itibaren reformist hareketlerin nasıl meydana geldiğine işaret etmektir. Zira günümüzde toplumun umumî olarak gerçek bir reforma ihtiyacı vardır. Bu da reformist düşünceli eğitimcilerin ve aydınların sayısal olarak artmasıyla gerçekleşebilir.






[1] Reform; önceden şekillenmiş değerlere, görüşlere, yaşama tarzına, felsefeye öncekilerin kullanımı tamamlanmış yahut yararı kalmamış olan değerlerin atılarak ve yerlerine daha faydalısının konulma yani yeniden biçimlendirmedir.
[2] İnsanın yaratılışını tartışmak, konumuz dışındadır. Yine de kanaatimizi birkaç cümle ifade edelim. Yaratılış ile ilgili evrim görüşü teoride kalmıştır ve henüz ispat edilememiştir. Buna karşılık her canlının kendi formunda yaratılmış olduğu açısından kutsal kitapların görüşü halen geçerliğini korumaktadır. Buna göre balık, balık olarak; serçe, serçe olarak; insan, insan olarak yaratılmıştır. Ancak bir doğa kanunu var ki, o da her canlının şu veya bu sebeple yerini değiştirdiği coğrafyanın ve ikliminin şartlarına uyum sağlaması/intibak etmesi nedeniyle kendi türü veya cinsi içinde evrimleşmesidir, diye düşünülebilir. Coğrafî ve iklim şartlarına uyum sağlayamayan bir kısım türler varlıklarını devam ettirememiştir. Örneğin fosilleri bulunan bazı hayvanların nesli tükenmiştir. Büyük balık büyük denizlerde yaşar.  Bu durum, bitkilerde dahi böyledir. Bazı bitkiler deniz seviyesine yakın coğrafya bölgesinde hayat bulduğu halde bazıları daha yüksek yerlerde yaşama ortamı bulur.
[3] Örneğin, sağlıklı doğum canlıya verilmiş bir formla gerçekleşir. İnsanın hastalanması sağlığının deform olmasıdır. Bu deformu tekrar reform yapmak için sağlıkla ilgili tedaviye başvurulur.
[4] Ahlâk konusu, her ne kadar belirli bir din ile ilgilendirilse de bir problem olarak hangi dine mensup olunursa olunsun insanlığın bir problemidir. Bu problemin sağlıklı şekilde çözülmesi ise yalnız dinin değil pedagojinin de önemli konularından biridir. Bu nedenle bu kitabın son bölümünde ayrıntılı olarak incelenecektir.
[5] Diğer bazı peygamberlere de gönderildiği iddia edilen toplamı yüz sahife olan ve “suhuf” denilen emirler yazılı metin olarak mevcut değildir. Ancak peygamberlerin davranış, düşünüş ve tebliğlerine bakılarak bu sonuca varılmış olacağını düşünüyorum.
[6] Bütün kutsal kitaplarda cinayet yasaklanmıştır. Ama cinayet, adeta sosyal bir verasetle günümüzde bile devam etmektedir.
[7] Biat etme ve yasaklara uymama anlamında.
[8] Dikkat edilirse daha önceki çağlarda yaşayan insanlar Ay, Güneş, yıldırım gibi mahiyetlerini anlamadıkları veya ateş, ağaç gibi şeylere tapındıkları hâlde daha sonraki dönemlerde (Budistler, Yunanlılar, Romalılar) insan şeklinde yaptıkları putlara tapmışlardır.  Bununla birlikte bu putların veya tanrıların birisi büyük tanrı olarak kabul edilmiştir. Daha önce anlatıldığı gibi bazı toplumlar da tek tanrılı inançtan çok tanrılı inanca geçmiştir. Bunun sebebi peygamberlerden öğrendikleri tek tanrı anlayışını terk etmelerinden ileri gelmiş olabilir. Bunun yanında her ne sebepten ise de Türklerin önemli bir kısmı Gök Tanrı”ya inanmışlar, putlara tapmamışlardır.
[9] Çetin Kılıç”ın www.NurNet.Org sitesinde yayınlanan makalesinden izin istenerek alınmıştır.
[10] Bu konu üzerinde Osmanlıda ve daha sonra da günümüz eğitim anlayışında ayrıntılı olarak durulacaktır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ...

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve ...

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb...