Gerek medeniyet ve gerekse pedagoji tarihi bir anlamda reformlar tarihidir. Bu nedenle önce reform nedir, reform yapmaya niye ihtiyaç duyulur, reforma götüren süreçler nelerdir? Bu soruya cevap arayacağım. Sizin de yorum ve eleştirilerinizi beklerim.
FORM, DEFORM VE REFORM
Önceki zamanlarda incelemiş olmama rağmen son okuduğumda şunu fark
ettim: MEDENİYET VE PEDAGOJİ TARİHİ, form, deform ve reform döngüsü içinde
gelişmektedir. Bu nedenle önce bu kavramları açıklamaya çalışacağım.
Yorum ve eleştirilerinizle destek olursanız, bu kitabı birlikte yazmış
oluruz.
FORM VE REFORM İLİŞKİSİ [1]
Medeniyetin ve pedagojinin ne
olduğunu anlamak için en baştan bakarak, bu perspektifle geleceği anlayabilmek
ve anlatabilmek mümkün olacaktır. Bu bakış açısı, her peygamber gelişinde ve
her toplumda yahut millet nezdinde kendilerinden öncekileri dikkate alarak
yenilenen hayat tarzını yani reform hareketleri olduğunu anlamak bakımından
önemlidir. Çünkü gerek Allah tarafından gönderilen kutsal kitaplar ve gerekse
bilim adamlarının ve filozofların ortaya attığı görüşler de az-çok etkili olan
birer reformdur. Buna göre reform; insanlık hayatı içinde sürekli yaşanan
canlı, hareketli daima iyiye, güzele ve doğruya doğru hareketlerin, insanlar
arasındaki eşitliğin, insan haklarının tesis edilmesi için adaleti zirveye
ulaştırma çabasıdır. Başka bir söyleyişle reform, her peygamber, filozof ve bilim adamının pedagojik
tavır ve düşünceleriyle medeniyete katkıda bulunma hareketidir.
Bir anlamda da reform; buraya kadar
incelenen milletlerin ve bilim adamlarının yahut filozofların her birinin
pedagoji yoluyla kendinden önceki medeniyet değerleri üzerine koyduğu bir
tuğlanın ifadesidir. Başka bir söyleyişle de reform; önceki yaşayış tarzının
yeniden biçimlendirilmesidir.
Esasen bu kitap çerçevesinde
karanlık çağlardan başlayıp taş devrini ve takip eden bütün medeniyet ve
pedagoji tarihi, bir anlamda da reformlar tarihidir.
Reform, geride kalmış kültürün etkin ve doğru
unsurlarını alarak ileriye doğru hareket etmedir.
İnsanın yaratılışı anlamında hangi
kurama inanılmış olursa olsun, insan konuşmaya, yürümeye, karnını doyurmaya
başladığından önce dünya ve onun üzerinde taş, kaya, maden, hava, su, bitkiler
ve hayvan olan diğer canlılar yaratılmıştır.[2]
Kısaca, insan, hayatını devam ettirebileceği bir ortam hazırlanmıştır.
DEFORM
Eğitim-öğretim anlamında insanları
ilgilendiren formun, deform oluşum şartlarının ortadan kaldırılması için
tedbirler almaya yöneliktir. Bu nedenle bu konuların gerek aile içi yaygın
eğitim ve gerekse okul eğitiminde bu hususlar üzerinde ciddî olarak durulması gerekir.
Form, yaratılışla ilgili olmakla
birlikte reform süreklilik arz ederken gerek insan, bitki ve diğer canlılar şu
veya bu şekilde deformasyona uğramaktadır. Kısaca çeşitli sebeplerle doğanın ve
canlıların formu bozulmaktadır.[3] Deform,
varlıkların öz formlarından kaymalarının ifadesidir. Yani yaratıldığı formdan
olumsuz etkilerle başka şekle girmesidir.
Doğada bitki, hayvan yapısı ve
sayısı bakımından bir denge vardır. Bunun yanında suyun ve havanın da yapısal
bir dengesi vardır.
Havaya karışan çeşitli gazlar,
fabrika bacalarından çıkan dumanlar, egzoz gazları, nükleer santral patlamaları
onun hidrojen, oksijen, azot, karbondioksit gibi bileşenlerinin yapısını bozmaktadır.
Bitkiler, tabiata verdikleri
güzellikler yanında insanlara ve hayvanlara da yaralıdır. Bunun yanında
kirlenen havayı temizler. Ancak plânsız kesimler, orman yangınları bitkilere ve
ağaçlara zarar verdiği hayvanlara, insanlara ve hatta hava temizliğine de zarar
verir. Öte yandan meyve ağaçlarının ve tahıl bitkilerinin ilâçlanması bunların
kendilerine zarar verdiği gibi insanların ve hayvanların sağlığına da zarar
vermektedir. Bir taraftan da toprağı zehirleyerek topraktaki mikroorganizmaları
ve toprağa yararlı bazı canlıların ölümüne de sebep olmaktadır.
Yangınlar, seller, depremler, toprak
kaymaları, erozyon gibi felâketler de doğanın yapısında meydana getirdiği
deform, çevresindeki bütün varlıklara zarar vermektedir.
İnsanların doğaya verdiği zararlar
sebebiyle, bu satırların yazıldığı günlerde 60-70 yaşında olanlar pek iyi
hatırlarlar ki iklim, bugün çocuklarınkinden çok farklıdır. Kışın yağan yoğun
karlar yağmaz oldu. İlkbahar neredeyse kışa döndü. Kuraklık veya aşırı yağışlar
mevsim kavramını alt üst etti. Vakitsiz yağan dolu, mahsullere zarar vermeye
başladı. Yazın sıcaklar kavurucu olmaya başladı. Bir hafta içinde sıcaklık
artış ve düşüşleri arasındaki fark çok arttı. Kutuplardaki buzullar hızla
erimekte, deniz seviyesi yükselmekte. Kısaca iklim değişti. İklim de deforme
oldu.
Her türlü hastalık ve kazalar insan
formunu bozarak deforme etmektedir. Bu deformasyon bazen ölümlere bile sebep
olmaktadır. Son zamanlarda genleriyle oynanmış çeşitli meyve ve sebzeler de
insan sağlığını bozmakta pek etkili olmaktadır.
Gerek doğal felâketlerin ve gerekse
insanların bilinçli veya bilinçsiz olarak biçim/form verilmiş dünyayı ve belki
gelecekte de evrenin bazı bölümlerini tahrif etmek için âdeta elinden geleni
yapmaktadır. Yangınlar, asitler, zehirler, inşaatlar için kullanılan milyarlarca
ton malzemelerin bir yerden başka yere taşınarak yapılan inşaatların, yer
altındaki petrolün ve doğal gazın çıkarılması ve yer altında meydana gelen
büyük boşluklar, havaya salınan eksoz gazları, nükleer silâhlar, termik
santraller, batan gemilerden suya sızan petroller vs. bu Dünya formunun
bozulması için zemin hazırlamaya devam etmektedir.
Deform, yalnız dünyanın fizik ve
iklim yapısı üzerinde olmamakta. İnsanların sosyal ilişkilerinde, din ve ahlâk
anlayışında da gözle görülür bir deformasyon yaşanmaktadır. [4] Bu cümleden olarak, ahlâkî değerlerde ve buna
bağlı olarak dinî ve sosyal değerlerde deformasyon gün be gün artmaktadır.
İleriki sayfalarda daha ayrıntılı
açıklanabileceği gibi haksızlık, adaletsizlik, yalan, hile, küfür, rüşvet,
sözünde durmak, saygı ve sevgi gibi ahlâki değerlerdeki yozlaşma ve çöküş, ahlâksızlığı
yani ahlâkî deformasyon neredeyse meşru hâle getirmektedir. Bunun bu
açıklamalar ışığında anlamı topluma yeni bir format atılmak demektir.
Geçmiş toplumların çok tanrılı
dinlerindeki putların yerini en başta para, güç, makam gibi yeni putlar almaya
başlamıştır. Bazı kimseler, bazı kimseleri alenen tanrı ile mukayese
edebilmekte, Müslümanlar için kutsal olan örneğin Kâbe”nin maketini yaparak
etrafında tavaf etmekte, kimi peygamberin pabucunu şifa diye satışa
çıkartmakta, kimi çok önceden yaşamış bu gün olması mümkün olmayacak olayları
gözleri yaşlarla dolarak anlatmakta, kimi siyasî güç elde etmek için ibadet
yerlerinde propağanda yapmakta dini bir matah gibi araç gibi kullanarak din
tüccarlığı yapılmaktadır.
Pek çok tarikat İslâmiyet”i kendi
kişisel anlayışlarına göre yorumlayıp amaçlarına göre kullanmaya, çoğu zaman
siyasî güç elde etmeye çalışmaktadır. Orta Çağ”daki kilisenin eğitim üzerindeki
baskısı ve etkisi günümüzde adeta din adamlarının baskısı ile yenilenmiş
görünmektedir.
Din öğretimi yapma adı altında
birçok kurumda çocuk tecavüzleri had safhaya ulaşmıştır.
Yine dini kullanarak saf inançlı Müslümanları
çeşitli vaatlerle dolandıran insanlar ortaya çıkmıştır.
Öte yandan cinayet, kadına ve çocuğa
şiddet de hatırı sayılır ölçüde artmıştır.
Kısaca dünya fizik-maddî ve hem de
ahlâkî bakımdan deformasyon içindedir. Bu nedenle yeni bir reform hareketine
ihtiyaç olması gerektiği kanaatindeyim.
Form, reform ve deform kavramlarını
daha rasyonel açıklayabilmek için iki örnek verelim:
İnsan formu Âdemle başlar
Semavî dinlerde olduğu gibi diğer
birçok milletlerin yaratılış efsanelerinde de bir tanrının ve insanın
varlığından söz edilir. Bu nedenle bizim de başlangıç noktamız hem ilk insan
hem ilk peygamber olarak Âdem”e Allah tarafından nasıl bir form verdiği hususundan
başlamak istiyoruz.
İnsanlık âlemi bakımından, insanlara
ilk form, yani neleri yapacakları ve neleri yapmayacakları amacıyla Allah
tarafından Hz. Âdem”e gönderildiği ifade edilen on sahifelik emirle
başlamıştır.[5]
Hz. Âdem”in yaratılışında nasıl bir
kültür ve anlayış formu verildiği hususunda şunları biliyoruz:
- Kendini yaratan Allah”a inanma
(din) formu verilmiştir.
- Meleklerden üstün formda
yaratılmıştır.
- Örtünme anlayışı verilmiştir.
- Ona bir takım bilgiler
öğretilmiştir.
- Onun yapmayacağı bir takım işler
öğretilmiştir.
- Neleri yapabileceği öğretilmiştir.
- Yasak emirlere uymayınca
cezalandırılmıştır.
- Evlilik kurumu oluşturulmuştur.
(Havva ile evlenmiştir)
- Âdem”den istenenler aynı zamanda
eşinden de istendiğinden kadın-erkek eşitlik anlayışı verilmiştir.
- İnsan kromozom ve genleri
oluşturulmuş, her defasında kendine benzer çocuklar yapmaları sağlanmıştır.
- Çocuklarını yetiştirme (eğitim)
anlayışı verilmiştir. (Bildiklerini öğretmiştir.)
- Aynı batında doğan çocukların
evlenmesine yasak konuluştur.
- İlk cinayet işleme formu
verilmiştir.[6]
- Ölüleri gömme formu verilmiştir.
- Yargılama ve cezalandırma yani
adalet kurumu oluşturulmuştur.
- Âdem”e itaat etme duygusu
vermiştir. [7]
İnsanın yani Âdem”in Cennet”te
yaratıldığı ve yasak emre uymadığı nedeniyle Dünya”ya gönderilerek cezalandırılmıştır.
Dikkat edilirse Âdem peygamber
vesilesiyle insanlığa dinî, ahlâkî, hukukî ve kültürel bir takım değerler yol
gösterici olmuştur. Bunlarla birlikte biyolojik olarak bir şekil ve şekle
zekâ/akıl/düşünme, içgüdü ve refleksler de verilerek aslı toprak ve çamur olan
bu karmaşık yapıdan Allah, insan yaratmıştır ve verasetle geçen genlerle benzer
çocuklar yapmaları ile neslinin devamını sağlamıştır.
İnsan biyolojik olarak yalnız saf
topraktan değil, o toprakta bulunan hemen hemen bütün madenlerin de
karışımından yapılmıştır. İnsan vücudunda potasyum, magnezyum, demir gibi pek
çok element ve maden vardır. Bunun yanında diğer canlı varlıklar bakımından
ilişkilendirilse, insan bütün canlıların her birinin az-çok bir benzerliğini
taşır. Bunun tersini de düşünürsek her canlı da insanın özelliklerinden birine
sahiptir. İnsanın, gerçekten çok kompleks ve karmaşık biyolojik ve psikolojik
yapısı vardır. Ayrıca Allah, topraktan yarattığı bu varlığa kendinden ruh,
irade verdiği gibi en güzel ve yarattıklarının en şereflisi olma niteliği de
vermiştir. Hatta Kur”ân”ın bildirdiğine göre kendi suretinde yaratmıştır.[8]
Evren bakımından Dünya”nın, canlılar
bakımından insanın yaratılması en büyük ve en güçlü reformdur. Çünkü Dünya,
evrenin yaratılmasından, insan da diğer canlıların yaratılmasından sonra
yaratılmıştır. Buna göre Allah, insanı yaratarak ilk, Kur”ân ile de son
reformunu yapmıştır.
İlk reformist Şit peygamber
Şit Peygamber, Âdem Peygamberin
oğludur. Diğer çocukları ikiz doğmasına karşın tek olarak doğmuştur.
Şit Peygamber de öyle görünüyor ki
tarih öncesi çağlarda yaşamıştır. Allah”ın ona emir ve yasaklarını bildirdiği
ve insanlara duyurmasını istediği 50 sayfalık bir kitap gönderdiği bütün peygamberler
tarihi kitaplarının ortak görüşüdür.
“Bu kitapta hikmet ilmi, matematik,
sanayi bilgileri, kimya ilmi ve daha birçok şeyler bildirmişti.” Özetle,
insanların Allah”ın buyruklarına uymalarını, daima iyi işler yapmalarını;
düşmanlık, kıskançlık, kin, yalan söyleme, boş yere yemin etme gibi işlerden
uzak durmalarını istedi. Taş binalar onun zamanında yapılmaya başlandı. Daha
sonra Yemen tarafına gidip azgın ve sapık hâlde yaşayan (deforme olmuş) Kâbil
kavmine giderek onları Allah”a iman etmeye davet etti ise, onlar bu daveti
kabul etmediler ve Şit taraftarlarıyla savaştılar. Onların bir kısmı öldürüldü,
bir kısmı esir alındı. Babası, Âdem aleyhisselâmla
veya kardeşleriyle Kâbe’yi balçık çamuru kullanarak taştan yaptı. Peygamberler
tarihi kitapları, Hz. Âdem (as)’in, vefatından önce oğlu Şit’e ve dolayısıyla
bütün insanlığa beş maddelik mühim bir öğütte bulunduğunu kaydederler. Ders ve
ibret dolu bu nasihatler şöyledir:
“—
Ey Şît! Oğullarına söyle:
1.
Dünyadan ayrılmayacaklarmış gibi bakmasınlar. Buradan bir gün göçüp
gideceklerini düşünsünler.
2.
İnsanlara
söyle, hiç kimsenin sözünü düşünmeden kabul etmesinler. Biraz düşünüp doğruluk
derecesini incelesinler.
3.
Oğulların yapacakları işin sonunu iyi düşünsünler… Eğer ben yasak ağacın
meyvesinden yerken, bu işin sonunu düşünseydim, başıma gelen gelmeyecekti...
4.
Bir işe
başlarken içinde o işe ait bir endişe ve isteksizlik olursa, işi tekrar
düşünüp, yeniden tetkik etsinler.
5.
Doğruluk derecesini kesin olarak bilemedikleri işlerde bilenlere sorsunlar.
Dürüstlüğüne inandıkları kimselerle yaptıkları istişare neticesinde,
varacakları karara göre hareket etsinler. Eğer ben meleklere başvurup işimin
sonunu onlarla konuşup karara bağlasaydım, başıma gelenlere katlanmak zorunda
kalmayacaktım.” [9]
Bu iki peygamberi niçin aldım? Çünkü
Şit peygamber babasının formunu reform etmiştir. Her peygamber de bir öncekinin
reformunu tekrar reform etmiştir. Bu zincirleme reform, Hz. Muhammed”e kadar
devam etmiştir. Dindeki reform hareketleri Kur”ân”ın nüzulü ile son bulmuştur.
Bundan sonraki reformlar ise Kur”ân”ın yorumlanarak, açıklanarak ve her durumda
ona dayanarak âdeta bir iç reform halinde bir devam etmiş, yukarıda açıklandığı
gibi bir süre sonra iç reform da durmuştur.
Hz. Muhammed”den önceki dinin adı
Hanef olmakla birlikte Âdem Peygamberden itibaren bütün peygamberler gerçekte
ana hatlarıyla İslâm dinini tebliğ etmişlerdir.
Hz. Muhammed”in reform kaynağı ise
bizzat Kur”ân”dır. Kur”ân başlı başına bir reform hareketinin nihai
başlangıcının müjdecisidir. Tarihi başlangıcı bakımından en belirgin reform, Kur”ân”ın
indirilmesiyle başlamıştır.
Arap tarihi üzerinde
oldukça hacimli durmamızın sebebi, Türklerin Müslüman
olmalarından sonra Arapların etkisinde kalarak onların cahiliye döneminde ve
Emevîlerin İslâmiyet anlayışında yaptıkları düzenlemeleri Müslümanlığın esası
gibi kabul ederek Arap kültürünün de etkisinde kalmış olmalarıdır. Öyle ki bu
etki günümüzde bile hissedilmektedir.
Belki –unutmazsam-
ayrıca ele alacağım gibi örneğin “ibadet” kavramını namaz, oruç, zekât ve hac
gibi dar bir kalıp içine sıkıştırılmıştır. Oysa Allah”ın Peygamber aracılığı
ile bize bildirilen Kur”an”ın ilk emri olan “İkra/oku” emrinden başlayarak,
şükür etmek, ondan yardım dilemek, adaletli olmak, kul hakkı yememek, düşünmek,
yalan söylememek gibi onun bildirdiğini
bütün emirlere uymak, bütün ahlâk ve
fazilet ve adalet değerleri ayrı birer ibadet olarak görülmelidir.
Son zamanlarda sıkça görülen ve gittikçe umumîleşen yalan söylemek,
kul hakkı yemek, yetimleri ve fakirleri gözetmemek, gasp, hırsızlık, rüşvet,
çocuk tecavüzleri, cennet anaların ayağı altındır diyen bu inancın sahiplerinin
kadına gösterdiği şiddet, bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmektir diyen
bu inancın sahiplerinin işlediği cinayetler ve daha nice Allah”ın emirlerine
aykırı işler işleyen bu toplumun en ciddî düzeyde din, ahlâk, eğitim ve adalet
anlayışında bir reform hareketine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Zira peygamberler tarihi ve onların
mücadeleleri incelendiğinde, onların mücadelesine konu olan benzer durumların
yaşandığını görüyorum.
Buna ilâveten askerlik yapmayan, bir işte çalışıp para kazanmayan
ve asalak yaşayışlarıyla koca imparatorluğun bilimsizlikten çöküşüne yardım
eden tarikatlar, felsefenin (matematik, fizik, kimya, astronomi gibi
bilimlerin) okutulmadığı medreseler, günümüzde sayıları oldukça çoğalmıştır. Her
tarikatın şeyhi, müritleri, takipçileri var. Her biri İslâmiyet”i bir
tarafından çekiştirmekte, namazı orucu ön plâna alıp bir taraftan İslâmî
değerleri tahrip etmektedirler.[10]
Ahlâksızlık, adaletsizlik, yobazlık âdeta umumileşmiş ve toplum
tarafından normal yani meşru görülmeye başlamış gibidir.
Haksızlık etmek de istemiyorum. Zira son zamanlarda birçok ilâhiyatçı
TV kanallarında yaptıkları konuşmalarında kendi çabalarıyla küçük çapta da olsa
reformist söylemler yapmaktadır. Ancak bu, yeterli olamamaktadır.
Bu kitabı yazmamdaki temel amaçlardan biri insanlığın başlangıcından
itibaren reformist hareketlerin nasıl meydana geldiğine işaret etmektir. Zira
günümüzde toplumun umumî olarak gerçek bir reforma ihtiyacı vardır. Bu da
reformist düşünceli eğitimcilerin ve aydınların sayısal olarak artmasıyla
gerçekleşebilir.
[1]
Reform; önceden şekillenmiş değerlere, görüşlere, yaşama tarzına, felsefeye
öncekilerin kullanımı tamamlanmış yahut yararı kalmamış olan değerlerin atılarak
ve yerlerine daha faydalısının konulma yani yeniden biçimlendirmedir.
[2]
İnsanın yaratılışını tartışmak, konumuz dışındadır. Yine de kanaatimizi birkaç
cümle ifade edelim. Yaratılış ile ilgili evrim görüşü teoride kalmıştır ve
henüz ispat edilememiştir. Buna karşılık her canlının kendi formunda yaratılmış
olduğu açısından kutsal kitapların görüşü halen geçerliğini korumaktadır. Buna
göre balık, balık olarak; serçe, serçe olarak; insan, insan olarak
yaratılmıştır. Ancak bir doğa kanunu var ki, o da her canlının şu veya bu
sebeple yerini değiştirdiği coğrafyanın ve ikliminin şartlarına uyum sağlaması/intibak
etmesi nedeniyle kendi türü veya cinsi içinde evrimleşmesidir, diye
düşünülebilir. Coğrafî ve iklim şartlarına uyum sağlayamayan bir kısım türler varlıklarını
devam ettirememiştir. Örneğin fosilleri bulunan bazı hayvanların nesli
tükenmiştir. Büyük balık büyük denizlerde yaşar. Bu durum, bitkilerde dahi böyledir. Bazı bitkiler
deniz seviyesine yakın coğrafya bölgesinde hayat bulduğu halde bazıları daha
yüksek yerlerde yaşama ortamı bulur.
[3]
Örneğin, sağlıklı doğum canlıya verilmiş bir formla gerçekleşir. İnsanın
hastalanması sağlığının deform olmasıdır. Bu deformu tekrar reform yapmak için
sağlıkla ilgili tedaviye başvurulur.
[4]
Ahlâk konusu, her ne kadar belirli bir din ile ilgilendirilse de bir problem
olarak hangi dine mensup olunursa olunsun insanlığın bir problemidir. Bu
problemin sağlıklı şekilde çözülmesi ise yalnız dinin değil pedagojinin de
önemli konularından biridir. Bu nedenle bu kitabın son bölümünde ayrıntılı olarak
incelenecektir.
[5]
Diğer bazı peygamberlere de gönderildiği iddia edilen toplamı yüz sahife olan
ve “suhuf” denilen emirler yazılı metin olarak mevcut değildir. Ancak
peygamberlerin davranış, düşünüş ve tebliğlerine bakılarak bu sonuca varılmış
olacağını düşünüyorum.
[6]
Bütün kutsal kitaplarda cinayet yasaklanmıştır. Ama cinayet, adeta sosyal bir
verasetle günümüzde bile devam etmektedir.
[7]
Biat etme ve yasaklara uymama anlamında.
[8]
Dikkat edilirse daha önceki çağlarda yaşayan insanlar Ay, Güneş, yıldırım gibi
mahiyetlerini anlamadıkları veya ateş, ağaç gibi şeylere tapındıkları hâlde
daha sonraki dönemlerde (Budistler, Yunanlılar, Romalılar) insan şeklinde
yaptıkları putlara tapmışlardır. Bununla
birlikte bu putların veya tanrıların birisi büyük tanrı olarak kabul
edilmiştir. Daha önce anlatıldığı gibi bazı toplumlar da tek tanrılı inançtan
çok tanrılı inanca geçmiştir. Bunun sebebi peygamberlerden öğrendikleri tek
tanrı anlayışını terk etmelerinden ileri gelmiş olabilir. Bunun yanında her ne
sebepten ise de Türklerin önemli bir kısmı Gök Tanrı”ya inanmışlar, putlara
tapmamışlardır.
[9]
Çetin Kılıç”ın www.NurNet.Org sitesinde
yayınlanan makalesinden izin istenerek alınmıştır.
[10]
Bu konu üzerinde Osmanlıda ve daha sonra da günümüz eğitim anlayışında
ayrıntılı olarak durulacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder