Ana içeriğe atla

MEDENİYETİN BANİSİ TÜRKLERDİR. NE YAZIK Kİ ONU GELİŞTİRENLER BAŞKALARI OLMUŞTUR.

TÜRKLERİN YAŞADIĞI VE YAYILDIĞI COĞRAFYA
VE EĞİTİM ANLAYIŞLARINA ETKİSİ
Her toplum, üzerinde yaşadığı coğrafyaya kendilerinin uyum sağladığı gibi çocuklarının da uyum sağlamalarını ister.
 MEDENİYETİN BANİSİ TÜRKLERDİR. NE YAZIK Kİ ONU GELİŞTİRENLER BAŞKALARI OLMUŞTUR. 

“Türkler, Kore yarım adasından Avrupa içlerine kadar yayılmış, Anadolu ve Suriye”yi geçerek firavunların memleketi olan Mısır ve Kuzey Afrika”yı ele geçirmiş, kısaca yiğitliğiyle ve kuvvetli iradesiyle kendini bütün dünyaya tanıtmıştır (Kanat, 190). [1]
“Eski Türk eğitimi hakkında bir fikir edinebilmek için Türklerin tarihî hayatını, yaşayış tarzlarını, başlıca meşguliyetlerini ve memleketlerinin coğrafî durumlarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Türkler, binlerce yıl önce tarih sahnesinde görülmektedir. “Şensi, Şansi ve Peçili eyaletlerinin kuzey sınırlarının üstünde, sonraları Hun ve Türk adlarıyla tarih alanına çıkan büyük bir kavim otururdu. Bu kavim, Çin devletiyle beraber başlamış gibiydi. Çin tarihçileri İsa”nın doğumundan iki bin yıl önceye doğru hüküm sürmüş olan İmparator Yao zamanından beri bu kavmin mevcut olduğunu ve Şang-Yung yani dağ barbarları adıyla anıldığını haber vermektedir. İsa”nın doğumundan 220 yıl önce Hunların Yabgusu Teoman adlı bir hükümdardı. Bunun oğlu Mete, hakanlıktan da ilhanlığa yükseltmişti” (Ziya Gökalp, 204).
“Türklerin Tsin kolu Çin”i ele geçirmiş ve Çinlerle arasına yerleşerek millî benliklerini kaybetmişlerdi. Bundan sonraki devirlerde Çinleri Türklere karşıyalar arasında bu kolun önemli rol oynadığı belli olmuştur.
“Çin Seddi, üç suretle Türklerin medeniyetindeki yüksekliği gösterir: 1. Bu seddin birçok kısımlarını yapan Tsinler Türktür. 2. Bu sed, Çinlere askerî teşkilatça üstün olan Türkler tarafından yapılmıştı. 3. Bu set, askerlikçe Çinlere üstün olan Türkler aleyhine yapılıştı” (Gökalp a.g.e 163).
“Türkler, Orta Asya yaylasından Sibirya”nın güneyinde Himalaya dağlarına, Oral nehrinden Baykaş gölüne, Hazer denizinden Çin”e kadar uzanan geniş alanda topluk olarak yaşıyordu” (Fuat köprülü, Türk Edebiyat Tarihi,13).
Kısaca Türkler iklim ve doğa şartları çok zor olan bir coğrafyada yaşıyordu.
 “Asya kıtasının her tarafına yayılmış olan Türkler göçebe hayatı yaşayan tabiat kuvvetleri ve zorlukları ile sürekli olarak savaşan cesur bir kavimdi. İnsan, evde doğan, korda büyür, atasözü ile Çinli bir tarihçinin “Türkler cenkte ölmekle övünürler, hastalıkla ölmek onlar için ardır.” sözü bu milletin hayatını özet halinde anlatan sözlerdir. Eski Türkler nazarında en makbul sanatlar okçuluk, demircilik, silâhçılık ve kuyumculuktu.
“Her toplumun eğitim şekli, bireylere onun yaşadığı hayatla ilgili beceri ve alışkanlıkları kazandırmak, yaşanmakta olan hayatın gerekli kıldığı bilgileri öğretmek amacı güder.
“Türkler arasında sınıf farkları yoktur. Bu kavimde eşitlik kemalin son derecesini bulmuştur. Çünkü Türklerde ücretle çalıştıran hizmetçiler yoktur. Köleler de pek azdır, şeklindeki hükümler eski Türklerin sosyal hayatlarını aydınlatan sözlerdir. Yamak, içmek suretiyle eğlenmenin adı potlaç veya şölen, eski Türklerde zevkli bir hayat sürmelerine vesile teşkil ederdi. Türkler için en büyük şan ve şeref cömertlikti. Onlar er malına kıymayınca adı çıkmak derlerdi.
“Çocuk ilk terbiyesini aile ocağında alırdı. Kadına saygı göstermede pek ileri giden Türkler doğanları törenle karşıladıkları, Dede Korkut kitabında yer almış olan şu satırlardan anlaşılmaktadır: “Hanlar hanı Han Bayındır yılda bir kere genç toy edip Oğuz beylerini konaklardı, attan, aygırdan, deveden, koyundan koç kırdırmıştı. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştur. Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağla koydurun; Kara keçeyi altına döşeyin. Karakoyun yahnisinden önüne götürün, yerse sezin, yemezse durmasın gitsin demişti.
Kız çocuklu ailenin kızıl otağa alınmasından, kızlara erkek çocuklarından daha fazla değer ve önem verildiğini anlıyoruz. Zira kızıl otağ, Cengiz soyundan gelenlere mahsustur. Bu, Türklerin kız çocuklara diğer milletlerden farklı olarak özel bir değer verdiğini gösterir. [2]
“Çocukların eğitiminde uygulanan şeyler Türklerin yaşayış tarzına uygundu. Onlara avcılık ve savaş idmanları yaptırılır, binicilik öğretilirdi. Çocuklar at yerine koyunlara binerler, kuşlar ve farelere nişan alıp ok atarlardı. Büyüyünce tavşan ve tilki avına giderler, obalarına yiyecek, giyecek üzerine oturulacak pösteki (hayvan derisi) getirirlerdi. Ağır silâhları kullanacak yaşa gelince da savaşa katılırlardı. Çocuklar, bir kahramanlık yapmadan veya bunu yapacak bir kuvvet ve maharet göstermeden erkek sayılmazdı. O zaman Türklerin önem verdikeri başlıca maharet ve kudret savaşa aitti.
“Kız çocuklarının başlıca meşguliyetleri evde analara yardım etmek, ev işlerini görmek ve düzene koymaktı.
“Geçliğin eğitiminde eski Türklerin dinsel inanışları da rol oynar. Ziya Gökalp”e göre eski Türk dinî şamanlık, eski Türklerde sihrî sistemleri idi. Zira şaman hâkim ve sihirbaz demekti. Bunlar aynı zamanda sinir hastalarını tedavi eden bir nevi ruhsal doktorlardı.
“Türklerin eski dinî Tüyonizm idi. Eski Türkler dinî reislerine tüyon derlerdi. Şamanların ferdi totemleri ve hamiyeleri (manevî koruyucuları) hep kadındı. Tüyonların ilâhlaşmış ataları olan totemleri va ruhları hamisi ise hep erkekti. Türklerin dinsel inançlarını anlatan birçok efsane, masallar vardır. Bunlardan çıkarılan sonuçlara nazaran gençlere yapılan dinsel telkinleri şu şekilde özetlemek mümkündür: Dünyada yaşayan iyi insanların görevi, meleklere yardım etmek ve insanların fenalığa kendilerini kaptırmamalarını önlemeye çalışmaktır. Şamanlar hakanlar, başbuğlar, analar ve babalar gelenek, görenek, kanun, eğitim Türk bilgi ve mütefekkiri Ziya Gökalp, bunu şu şekilde ifade etmiştir: İçtimai mükâfatı yapan maşerî vicdan olduğu gibi içtimai mücazatı yapan da yine maşeri vicdan olmalıdır.
“Eski Türklerin terbiye tarzları onlar İslâm dinîni kabul edinceye kadar yukarıda belirtilen vasıfları taşıyordu” (Arkın,1952/499).




[1] Bu bölümde başkaca kaynak gösterilmedikçe anlatım genel olarak Halil Fikret Kanat, Pedagoji Tarihi adlı eserden yararlanılmıştır.
[2] Belki, günümüzde bile söylenen kız kırmızıyı sever sözü bununla ilgili olabilir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ...

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve ...

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb...