Haçlı seferlerinin sonuçları
Haçlı seferleri 1217 yılında son
defa yapılmış olmakla birlikte, Osmanlı-Türk İmparatorluğunun Avrupa”daki
ilerlemelerini durdurmak için kurulan birleşik Avrupa orduları 1923 yılına yani
Başkomutanlık Meydan Savaşının kazanılıp Yunanlıların İzmir”den atılmasına ve
Lozan Barış Antlaşmasının yapılmasına kadar devam etmiştir. [1]
Özellikle Haçlı seferlerinde askeri
bakımından mağlubiyetler almalarına, İstanbul”u kaybetmelerine rağmen, bu
yenilgilerin Avrupalılar lehine uzun vadede pek çok yararlı sonuçları olmuştur.
Bu savaşlar Avrupa ülkelerinin iç
yapısında krallıkları güçlendirmiş, papaların ve kralların zenginlerden
seferlerde harcamak üzere borç para almaları nedeniyle bankerlik ve bankacılık
gelişmiş, astronomi ve hekimlik, kimya, cebir, matematik[2] gibi
bilim dallarına ilişkin eserleri ülkelerine götürmüşler, eğitim, din ve kültür
alanlarındaki reform hareketlerinin adeta ön hazırlıklarını oluşturmak üzere
eğitim anlayışlarını değiştirmişlerdir. Ayrıca pusulayı öğrenmişler ve daha
sonra düz zannettikleri dünyanın küre şeklinde olduğunu öğrenmelerine,
Hindistan, Amerika gibi toprakları keşfetme gibi coğrafî alanda
kullanmışlardır. Kâğıt ve matbaayı da
doğudan alarak kültür ve eğitim hayatlarında müessir olarak kullanmışlar,
böylece bilim ve teknoloji alanında ilerlemenin alt yapısını oluşturmaya
başlamışlardır. İşgal ettikleri yerlerdeki altın, gümüş gibi kıymetli madenleri
de götürerek hayat standartlarını da yükselttiler.
Türkler
açısından kısa vadede bu zaferler, Kudüs”ün alınması, Haçlıların Suriye,
Anadolu ve Mısır gibi coğrafî alanları işgal etmelerini önlemişlerse de uzan
vadede oldukça zararlı çıkmışlardır. Önce, yukarıda belirtildiği gibi
Avrupalıların kültür, bilim, keşifler ve reformasyonlarında ki ilerleme
temellerinin hazırlanması Türklerin aleyhine olmuştur. İki yüz yıl devam eden
bu savaşlara katılan Zengiler, Danişmentliler, Eyyûbî Türk, Anadolu Selçuklu
devletlerini zayıflatmış, bilahare Büyük Selçuklu Devletinin de uzun yaşamasına
engel olmuştur.
Haçlı
seferleri esnasında gerek savaş sırasında ve gerekse Kudüs Devletini kurmaları
ile Hıristiyanlar yerleşik Arap kültürünün merkezi olan Bağdat ve diğer İslâm
şehirlerinde gelişmiş olan tıp, matematik, astronomi, felsefe gibi bilim
dallarını yakından tanımışlar, buradan kaçırdıkları kitapları ülkelerine
götürmüşlerdir. Ayrıca, daha önce de söylendiği gibi aynı dönemlerde İspanya”da
kurulmuş olan Endülüs Emevî devletindeki eğitim uygulamalarından da yararlanmışlardır.
Kiliselerde
çocuklara verilen dinî eğitim ve yetişkinlere verilen vaazlar, aslında İslâm
dünyasında da camide, mescitte ve sokak aralarında evlerde yapılıyordu. İslâm
dünyasında eğitim alanında bariz gelişmeler oldukça sınırlı iken, doğudan
getirilen bilimler önce kilise okullarına giremedi. Kanat”a (1963/247) göre,
bazı bilginlerin genç ve zengin Hıristiyanların yardımıyla bilimi koruyacak ve
teşvik edecek serbest dernekler kurulmuş ve bunların gayretiyle muhtelif
yerlerde fakülteler açılmıştı. Örneğin, Salerrnoda”da doktorluk, Bolonya, Ravenna,
Padua gibi yerlerde hukuk fakülteleri bu suretle açılmıştı. Bu fakülteler bir
süre sonra kilisenin ve devletin desteğini görmüştür.
“İkinci
Freiedrich, 1224 yılında Napoli”de yüksek okul kurmuş, Paris”te açılan okullara
İngiltere ve Almanya”dan öğrenciler gelmiştir.
“On
üçüncü yüzyılın başlangıcında Paris”te süresi dört yıl olan dört fakültesi olan
üniversite açılmıştır. Bu fakültelerde çeşitli sanat dalarına (müzik, resim,
heykeltıraşlık, jimnastik, edebiyat vb) ilişkin eğitim verilirdi. Bu fakültelerde
en üst düzey eğitim doktora düzeyinde idi.
“1348
yılında Prag, 1356 yılında Viyana ve 1409 yılında Leibzig üniversiteleri
kurulmuştur. [3]
Bunun dışında ihtiyacı karşılamak için birçok üniversite daha kurulmuştur.
Üniversitelerin
toplum üzerindeki etkisini gören kilise, bu kurumların kendine bağlanması için
çaba göstermiş ve bunda da başarı elde etmiştir. Bunun sonucu olarak
öğretmenlerin atanması teftişi ve bilimsel payeler kilise tarafından verilmeye
başlandı. Kiliseye bağlanan üniversitelerdeki öğretmenler evlenmezler,
kiliselerde öğrencileriyle birlikte (medreselerde olduğu gibi) yaşarlar ve tek
tip elbise –üniforma giyerlerdi. Üniversitelerin kiliseye bağlanmasından sonra
bilimsel çalışmaların yerini din felsefesi aldı ve skolastik (iskolastik) felsefe
bu dönemle yükseldi. [4]
Böylece üniversitelerin bilimsel meşguliyetleri ağırlık merkezini dinî
doğmaları akıl yoluyla anlatmak ve ispatlamak için çaba harcandı.
Bu
görüş, esasen Aristo”nun görüşlerine dayanıyordu. Ancak o zamanlarda Avrupa,”da
Aristo”nun sadece mantığı biliniyordu. Haçlı seferleri sırasında Arapların
Aristo ile ilgili Arapça yazılmış fizik ve metafizik hakkındaki yazıları
Avrupa”ya götürülmüş ve yayılmıştı. Aristo”nun diyalektik görüşleri önem
kazanmıştı.[5]
Kiliselerin
bu yeni eğitim atılımları önceki kilise okullarını etkisiz hale getirmeye
başladı. Halkın bütün ilgisi üniversite anlayışına odaklanıyordu.
Haçlı
seferlerinden dönen şövalyeler ve burjuvazi sınıfına dahil olanlar, kilise
okullarına çocuklarını göndermek istemediler, kendi çocukları için dini değil
şehirlerde beden gelişimini ön plâna alan okullar açılmasını istediler.
Belediye başkanları bu isteği kabul etmişse de kilisenin bu okulları da
denetlemek istemesi sorunlar yaratmıştı. Kendileri teftiş edemedikleri okulları
tanımamak istemişlerse de netice şehir okulları yaygınlaştı.
Şehir
okulları öğretmenleri önceleri kilise tarafından güzel sanat dallarından binden
mezun olmuş olanlar arasından seçiliyordu. Öğretmenlerin maaşı okulun gelirine
göre veriliyordu. Okul müdürü belediye başkanı tarafından, öğretmenler de müdür
tarafından atanıyordu. Sebepli veya sebepsiz olarak okuldan çıkarılan
öğretmenler adeta gezici öğretmenler grubu oluşturdu.
Kanat”a
göre (252) “Orta Çağ”da öğretim ve eğitim işleri bu basit ve ilkel şeklin dışına
çıkmamıştır. Eğitim işleri de zamanın bilginlerini pek fazla meşgul etmiyordu.
Bütün orta Çağ”da eğitime ve öğretime ait belli başlı eserlerin yayımlanmaması
bilhassa bu kayıtsızlık yüzündendir.”
Bu uygulamalar az çok değişikliklerle
Rönesans ve reform (hümanizm) hareketlerine kadar devam etti.
[1]
İstanbul”u Çanakkale üzerinden geçerek işgal etmek isteyen Winston Churchill,
“Türklerin Müslüman olduğunu ve dolayısı ile insan sayılmayacağını”
söylemiştir. Darwin ise “barbar Türklere karşı gaz kullanılması gerektiğini”,
İngiltere eski başbakanlarından Ewart Gladstone ise “Türklerin insanlığın insan
olmayan numuneleridir, medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri
sürmeli veya Anadolu”da yok etmeliyiz. Türklerin yaptıkları kötülükler yalnız
bir suretle ortadan kaldırılabilir, kendileri yok edilmekle” demiştir.
Bu
gibi sözler yüz yıl öncesinde Çanakkale, Sakarya, Dumlupınar savaşlarını
kaybetmeleri esnasında söylenmiştir.
Bu
sözler, ta Atilla”nın önünde diz çöken papadan başlayarak, Malazgirt Savaşının
kaybedilmesi, Haçlı seferlerini genel olarak kaybetmeleri, Çanakkale, Sakarya
ve Dumlupınar”da hezimete uğramaları Avrupalıların siyasi ve kültürel hafızalarından
çıkmamış ve Türklere karşı oluşturdukları sosyal, siyasi, ekonomik vs.
politikalarını eğitimlerine yansıtmışlardır ki bu gün dahi Türkiye ve Türkler
üzerinde Türkleri yok etme esasına dayalı operasyonlarına devam etmektedirler.
Türk milleti hakkındaki bu düşünceleri bilinçlerinde ve bu nedenle Türklerin
tarih öğretiminde bu konu üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Devletler, başta
ticaret ve güvelik gaileleri ile dostluk anlaşmaları yapabilir, ancak milletler
ebedî düşmanlıklarını unutmaz ve unutturulmamalıdır. Bilhassa yaşadığımız
coğrafyada.
[2]
El Harizmi”nin eserleri sayesinde iki bilinmeyenleri
denklemleri (cebir) çözmeyi öğrenmişler,
sıfır sayısını öğrenmişler ve içinde sıfır olmayan Roma rakamlarını
yerine Arap rakamları olarak adlandırılan bugünkü sayı sistemini
benimsemişlerdir.
[3]
Dikkat edilirse, Haçlı seferleri sonrasında eğitim düzeyi adım adım gelişirken
İslam ve Türk ülkelerinde eğitim düzeyi Osmanlı imparatorluğunun son 50-60
yılına kadar aynı düzeyde kalmıştır.
[4]
Skolastik (iskolastik/okul) felsefesi, felsefeyi ya da aklı dini doğmaları
açıklamak ve bir temel bulmak üzere kullanmak esasına dayanır. Buna göre iyiye uygun davranmak tanrının
emridir,
[5]
Sokrates”in doğurtucu yani soru cevap yöntemine dayanır. Karşıt sorular sormak
suretiyle hakikatin bulunulacağına inanılır. Bir nevi tartışarak düşünme ve
düşündürme sanatıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder