VE BÜYÜK
GÜN
Hz.
Muhammed ve öğretisi: İSLÂMİYET-MÜSLÜMANLIK
“Hz. Muhammed, 570 (571) yılında dünyaya
gelmiştir. Babası Abdullah, Muhammed dünyaya gelmeden önce ölmüştür. Altı yaşında
da annesini kaybetmiştir. Annesinin ölümünden sonra yetim çocuk dedesi
Abdülmuttalip ve o da öldükten sonra amcası Ebutalip”in yanında kaldı. [1]
“Gençliğinde Hz. Muhammed, dini problemler
üzerinde uzun ve derin düşüncelere dalmıştır. Kırk yaşına geldiği zaman peygamberliğini
bildirdi ve vatandaşlarını kendinin inandığı yeni dine çağırdı. Hz. Muhammed,
İsrail dinini kötü anlayışlardan kurtarmak istiyordu. Onlar eski inançlarını
boş inançlara boğmuşlar ve tanrıyı yalnız İsrail tanrısı (Yahova) olarak
tanımaya ve tanıtmaya başlamışlardı.
“Hıristiyanların da tanrı, baba, oğul ve
kutsal ruh kavramlarını birbirine katmalarından doğan garip bir anlayışları
vardı. Birçokları İsa”yı tanrı (rab) fikriyle birleştirmişlerdi.[2]
“İşte bütün bunlara karşı Hz. Muhammed,
Allah”ın birliğine inanan dini ile ortaya atıldı ve çevresindeki insanları
kendi etkisi altına almaya çalıştı.
“İslâm dini, sosyal ve ahlâk bakımından
Arabistan”da büyük bir devrime yol açmıştı. Zıt menfaatler içinde rahatsız
yaşayan hakkı yalnız kuvvetle ölçen, fakirler ve zenginler arasında aşılmaz uçurumlar
bulunan, iklimin sıcaklığı ve suyun azlığı dolayısıyla pislik içinde yaşayarak
her türlü hastalıklara tutulan, kalplerde ve inançlarda hiçbir bağlılık
bulunmayan, hülâsa bedence ve ruhça tam bir soysuzlaşma bataklığının içinde
bocalayan Arap halkı İslâm dinini kabul ettikten az zaman sonra canlanmış, yeni
din ideali Arap halkını dip diri, çalışkan, kuvvetli, bağlı ve genli bir varlık
haline sokmuştu. Tarihte çözük ve soysuzlaşmış bir cemiyetin yeni bir anlayışla
bu derece çabuk diriliği ve kuvvetlendiği görülmemiştir. Bu devrimin
büyüklüğünü ve derinliğini anlamak için en emin ölçü eski miskin, bencil, zevk
ve sefahat düşkünü Arap ile Müslüman Arap”ı karşılaştırmaktır. Çalışkan, temiz,
özveri ve dayanışma duygularıyla dolu olan Müslüman Arap, kelimenin tam
anlamıyla yaşama ve genişleme imkânlarını üzerinde toplamış bir cemiyet adamıdır.
“İslâm dininin ruhları çabuk ve derinden
sarması, Muhammed”in kişiliğinden, kandırıcı kuvvetinden ve bilhassa yeni din kurallarının
ve isteklerinin halkın ruhuna uygun gelmesindendir. Mesela Müslümanlar
kardeştirler, her Müslüman Allah”ın karşısında eşittir, kuralları Arap halkının
rüyasında bile tasarlayamayacağı insanî ve büyük kurallardı. Namaz kılarken bu
prensiplerin uygulandığını görmek Arap halkına güven veriyordu. Müslüman
olanlar günde beş defa abdest alır, ya evde veya camide namaz kılar, Allah”a
dua ederdi. Camilerde yan yana dizilmiş bulunan Müslümanlar arasında tam bir
eşitlik görülürdü. Bir esir, bir zengin, bir kör, bir topal Allah”ın karşısında
hiçbir ayrılık göstermenden yan yana oturur, yan yana Allah”a dua ederdi.
“Camilerde toplanmanın diğer özellikleri:
vatandaşları bir amaç etrafında sık sık toplamak, dünya işlerinden bir aralık
uzaklaşarak dinî telkinlerle ruhları temizlemek, ahlâkı kuvvetlendirecek vaiz
ve öğütler dinlemekti. Bir birini tanımayan, birbirinden haberi olmayan insan
yığınlarını camilerde bir araya toplamak ve onların ruhlarını sık sık sosyal ve
ahlâkî telkinlerle kuvvetlendirmek o devir için son derece faydalı bir
teşkilattı.
“İslâm dini yalnız namaz kılmayı ve dua
etmeyi değil, çalışmayı da emrederdi. Yarın ölecekmiş ibadet etmek ve hiç
ölmeyecekmiş gibi çalışmak, bilimleri sevmek ve bilimi Çin”de bile olsa arayıp
bulmak, İslâm dinin başlıca isteklerindendir. Hele ahlâkı ve karakteri
kuvvetlendirecek emirler, Arap halkının ruhunda adeta yeni bir arıtma husule
getiriyordu. Dünkü bencil ve bireyci Arap
İslâm olduktan sonra cemiyetçi dayanışmacı oluyor, kendi menfaati ile Müslümanların
menfaatini en iyi şekilde birleştirmeye çalışıyordu. Sosyal ahlâk bilincinin
kuvvetlenmesi, cemiyetin kuvvet ve genliğini sağlıyordu.
“Müslüman yalan
söylemez, hilekârlıktan hoşlanmaz, çalışkandır, kanaatlidir, iftirayı ve
fitneyi sevmez, fakirlere yardımdan hoşlanır, genel menfaati her şeyin üstünde
tutar.
“İşte bu faziletler dinin emirleri olarak durmadan
gençlere aşılanırdı.
“Hz. Muhammed, dinî emirlerini ruhlara iyice sindirmek
için cennet ve cehennem motifinden de faydalanıyordu. İslâm dininin cennet ve
cehennem kavramı diğer dinlerinkinden farklı değildir; tam ve mükemmel bir Müslüman
sırat köprüsünden kolalıkla geçerek cennete girecektir. İslâm”ın cenneti her
türlü güzel ve nefis şeylerle süslenmiştir. Suna karşı hayatta fenalık işlemiş
olanlar sırat köprüsünü geçemeyecek, cehenneme, cehennemin kaynak katran
kuyuları içine düşeceklerdir. Müslümanlar günahlarının çokluğuna göre
cehennemde yanacaklar ve sonra tekrar cennete alınacaklaradır. Puta tapanlar ve
Müslüman olmayanlar her vakit cehennemde kalacaklardır.
“Öldükten sonra insanların öbür dünyada yaşayacakları
bu hayatın Arap halkının ve gençliğinin üzerinde etkisi çok kuvvetliydi. Bütün
bu muhtelif etkiler sayesinde ilk Müslüman olanlar tamamı ile değişmiş
ruhlarındaki ülkü aleviyle yepyeni insanlar olmuşlardı. Sosyal ahlâkı kuvvetli
ve dinî inanışları sağlam olan Müslümanlar birbirine bağlı bir kütle olarak az
zaman içinde yeni ideallerini etrafa yaymaya, yakın veya uzakta bulunan diğer
kabileleri, aşiretleri ve hatta milletleri çevresine almaya muvaffak olmuştur. [3]
[1]
Tırnak içindeki bölüm, H.F. Kanat, Pedagoji Tarihi 248 ve d. alınmıştır. Yazar,
Muhammed olarak belirtiştir, buna Hz. sıfatı eklenmiştir.
[2]
Bu iki inanç da esasen semavî, yani Allah tarafından görevlendirilen
peygamberler tarafından tek tanrı (Allah) inancı olduğu halde, bu anlayıştan
uzak oldukları anlatılmaktadır.
[3]
Hz. Muhammed yalnız kendi kabilesini değil Bizans İmparatoruna, İran Şahına,
Habeş kralına mektup göndererek İslâm”a davet etmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder