İSLÂMİYET
ÖNCESİ ARABİSTAN COĞRAFYASINDA
GENEL
DURUM
İslâmiyet”ten önce güneyde Yemen”den başlayıp kuzeyde Irak sınırlarına
kadar devam eden Arap yarım adası üzerinde tarihî bakımdan etkili olmuş büyük
devletler kurulduğunu görmüyoruz. Ancak güneyde Yemen bölümünde Main, Seba ve
Himeyri; kuzeyde yani Irak toprakları üzerinde ise Nebat, Tedmür ve Gassani
adlı devletler kurulmuştur.[1]
Ancak, Mekke bulunduğu orta Arabistan bölümünde halkın göçebe
olması nedeniyle bir devlet varlığı görülmemektedir. Bu bölgenin yönetimi güçlü
kabile reisleri tarafından yapılıyordu. Medine (Yesrip) ise şehirleşmişti.[2]
Medine”de nüfusun çoğunluğunu Yahudiler teşkil ediyordu.
Kâbe”yi inşa eden İbrahim Peygamberin oğlu İsmail Peygamber soyundan
gelen Adnanîler kolundan olan Kureyş kabilesi bu bölgede hâkim durumdaydı.
Kureyş kabilesi birkaç aileden müteşekkildi, bu aileler buranın yönetiminde söz
sahibi idi. Bu ailelerden biri olan ve peygamber Hz. Muhammed”in de ailesi olan
Haşimoğulları Kâbe”nin korunmasından da sorumluydu. Bu nedenle Kureyş ailesi
diğer kabileler nezdinde de saygı görürdü.
Bunlar, İbrahim
Peygambere tabi oldukları için Hanif idiler ve bu aile putlara tapmamıştı.
Esasen Araplar Allah”ı
biliyorlar ve ona inanıyorlardı. Yapılışı farklı da olsa namaz, oruç ve hac
gibi ibadetleri vardı. Her kavim kendine bir de Allah”a eş koştuğu put-tanrıya,
onun yanında Kâbe”de bulunan ortak tanrıları Hubel, Lat, Manat
ve Uzza adını verdikleri put-tanrıya tapıyordu. Yemen bölgesinde ise yıldızlara
tapıyorlardı.
Kâbe’nin içinde 360
kadar put vardı. Her kabilenin putu ayrı idi.
İnsanlar; putlardan, ateşten, gökteki yıldızlardan, Ay’dan ve Güneş’ten
yardım bekliyorlardı.
Bir kısım Araplar,
İbrahim Peygamberin getirdiği Hanef inancındaydı ve Allah”a inanıyordu. Hz.
Muhammed”in ailesi Allah”a inanıyordu ve Hanef idi.[3]
İnandıkları din batıl olunca
koydukları kurallar da insanlık dışı idi.
Kadınların toplumda hiçbir hakkı
yoktu. Bir eşya gibi alınıp satılıyordu. Kız çocukları istenmiyor ve diri diri
toprağa gömülüyordu. Kadınlar kocalarından veya babalarından miras alamazlardı.[4] Çok evlilik vardı. Bir erkek birden
fazla kadınla evlenebilirdi. [5]
Faiz, rüşvet, fuhuş alıp yürümüştü.
Toplum düzeni güçlünün iki dudağı arasındaydı. Kölelik yaygınlaşmıştı. Bunlar
alınıp satılıyordu. İçki kumar gibi kötü alışkanlıklar toplumu her yönden sarmıştı.
Vicdan ve merhamet duyguları da silinip gitmişti. Kan davaları da oldukça
yaygınlaşmıştı. Âdeta bir vahşet hayatı yaşanıyordu. Bu karanlık vahşet
dönemine kısaca “cahiliye devri” denilir.
Kabileler arasında savaş ve kavga
eksik olmazdı. Yalnız Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce aylarında barış
içinde olurlardı. Bu aylara “haram aylar” denirdi. Barış zamanında insanlar kendini
güvende hisseder, panayırlar kurulur, ticaret yapılırdı. Panayırlara her yerden
katılanlar olurdu. Şairler şiirler yazar, beğenilenler Kâbe duvarına asılırdı.
Panayır katılımları ve ticari amaçla
seyahatleri sırasında Irak”ta yaşayan Süryanilerden Süryani yazısını/alfabesini
öğrendiler. Bu yazıyı geliştirerek kendilerine özgü Arapça alfabeyi geliştirdiler.[6]
Roma ve Yunanistan”da da durum
bundan farklı değildi. Halk sınıflara ayrılmıştı. İnsanlar köle olarak alınıp satılıyordu.
Sefahat, içki, fuhuş, had safhadaydı. Arenalarda köleler ve daha sonra Hıristiyanlar
aslanlara atılıp parçalatılıyordu. Gladyatörler, arenalarda ölümcül savaşlar
yapılıyordu. Bazen aç bırakılmış aslanlar ve kaplanlar bu gladyatörlerin
üzerine salınıyor ve onların vahşice ölümünden halk adeta zevk duyuyordu.
Bu dönemde Arapların okul ve eğitim
hayatına ilişkin bilgilere kaynaklara rastlanmamıştır. Ancak şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz ki Hz. Muhammed, Kur”ân”dan aldığı feyz, buna uygun düşünceleri,
örnek tavır ve davranışları ile toplumu eğiten etkili bir öğretmen olmuştur.
İSLÂMİYET”TEN ÖNCE ARAPLARIN
DURUMU
“Şarkın manevi hayatında din, ahlâk ve kültür birliği, İslâm
diniyle başlar. İslâm dini Arabistan”da kurulmuş ve Arap kavmi tarafından
Asya”ya ve şark milletlerine yayılmıştır” (Kanat, 206).
Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen İslâm dininin öncelikle Arap
inancına, ahlâkına, tarihine ve kültürüne ne gibi katkılar yaptığını ve nasıl
geliştirdiğini anlamak için İslâmiyet”ten önceki tarihine kısaca göz atalım.
“Arap kavmi, Sami ırkındandır. Büyük kısmı bedevî denilen göçebelerden
ibarettir. Bunlar bir emirin idaresi altında yaşar, hayvan beslemek ve
çapulculuk yapmakla geçinirler. Yemen tarafları mesut Arabistan adıyla anılırdı.
Buranın halkı kral ve şeyhlerin idareleri altında oldukça zengin, verimli
yerlerde ve şehirlerde yaşarlardı. Doğu ile batı arasında sürekli bir ticaret
bağlılığı vardı. En emin taşıt vasıtaları susuzluğa ve cehennem gibi sıcaklara
dayanan develerdi. Develer Arabistan”ın hayat damarlarıdır. Bundan başka taşıt
kollarının gözetleyicilerini ve koruyucularını taşıyan hayvan da tanınmış Arap
atlarıdır. Yılan, aslan, kaplan ve çapulcu aşiretleri deve kollarını daima
korkuturdu. Bunun için kervanları idare edenler silah kullanmak ve ata
binmesini bilen cesur insanlardı.[7]
“Genel olarak bedeviler, yaratılıştan cesur ve zahmete dayanıklıdır.
Araplarda zengin bir imgelem ve soyut bir zekâ vardır. Arap halkı şiirden
hoşlanır, kahramanlılığı sever, herkese kolay kolay güvenmez, bencildir.
Mamafih gerektiği zamanlarda eli açık olur. Arap fırsat düşkünüdür, yaratılıştan
şehvetlidir ve bunun için kadınseverdir. Kum çöllerinde yaşayan bedeviler daha
mağrur, hürriyete aşık ve misafirsever insanlardır.
“Arabistan”da İbrahim”in ve Musa”nın dinleri kök saldığı gibi İsa”nın
kurduğu dine bağlı olanla da vardır. Bundan başka puta tapanlar, yıldızlara,
Ay”a ve Güneş”e tanrı gözüyle bakanlar da vardır.
Aşiretlerin bir yerden diğer yerlere göçmesindeki zahmet ve
korkular, yaratılışında cesur ve şair ruhlu olan çöl insanlarına güzel esinler
verirdi. Bunun için Araplar hayatlarını kahramanlık hikâyeleriyle ve güzel
şiirlerle süslemekten zevk duyarlardı. Mekke şehrinde büyük bayramlarda şiir
yarışı yapılırdı. Yarışı kazananlar törenle Kâbe duvarındaki kara taşa
şiirlerini asarlardı. Arabistan”da zenginlik ve fakirlik yan yana yaşardı. Bir
taraftan zengin şehirlerde türlü eğlenceler ve safahatlar yapılır öte tarafta
fakir halk ve esirler büyük yoksulluklar içinde yaşardı. Esir beslemek
Arabistan”da adetti. Esirler çalıştırılır ve kazandıklarını mal sahiplerine
verirlerdi.”
[1]
Saba hükümdarı, Yemende bir tapınak yaptırıp insanların buraya gelmesini istemişti.
Bu nedenle Mekke”yi fethedip Kâbe”yi yıkmak için bir ordu ile Mekke üzerine
yürümüştü. O zaman Kâbe”nin bakımından ve korunmasından sorumlu olan Hz.
Muhammed”in dedesi Abdülmuttalip idi. Saba ordusu Kabe”ye yaklaşmadan Ebabil
denen bir kuş türünün binlercesi ağızlarında getirdikleri taşları Saba ordusu
üzerine atarak orduyu perişan etmiştir.
[2]
Türkçede “Medeniyet” sözü, Medine yani şehirli anlamında kullanılır.
[3]
Kureyş kabilesine mensup olan Hz. Muhammed”in babasının adı “Abd-Allah”
“Abdullah” yani “Allah”ın kulu” anlamındadır.
[4]
Bu adet, Kur”an emirleri ile bir esasa bağlanmış olmakla birlikte bugün dahi
kız evlatlara baba mirası verilmemesi konusunda bizim toplumumuzda da ısrar
eden aileler vardır.
[5]
Bu gelenek halen devam etmektedir. Cumhuriyetin ilânından sonra yasaklandı ise
de son zamanlarda yeniden çok evliliğe ilişkin adımlar atılmaktadır.
[6]
Bu konu ile ilgili olarak Fuat Baymur, bugün kullanılan “elif be” yani Arap
alfabesinin öğretim yönteminin Hz. Ali tarafından oluşturulduğunu ifade etmiştir.
[7]
Tırnak içindeki yazılar, Halil Fikret Kanat, Pedagoji Tarihi 206 ve d.
Yorumlar
Yorum Gönder