Ana içeriğe atla

REFORM HAREKETLERİNİN BAŞLAMA SEBEPLERİ

REFORM HAREKETLERİNİN BAŞLAMA SEBEPLERİ
Form hareketinin başlangıcını Yunan ve Roma kültür ve her türlü düşünce, felsefe ve bilim unsurları dikkate alınırsa, bu formun deform olduğu yani bozulduğu, bu formdan uzaklaşıldığı görülmektedir. Bu deformasyona uğrayan Yunan ve Roma formunun yeniden gözden geçirilerek Haçlılar yoluyla getirdikleri eserleri inceleyerek ve zamanın bilimsel, sanatsal ve düşünsel görüşlerinden esinlenerek ve bunları da ekleyerek yeniden düzenleme ve geliştirme anlamında reform hareketleri başlamıştır.
Buraya kadar yaptığımız açıklamalara dayanarak reform hareketlerinin pek çok sebepleri olmakla birlikte başlıca üç önemli sebebinden söz edebiliriz:
1. Haçlı Seferleri sırasında kaçırılan eserler
2. İstanbul”un Türkler tarafından fethedilmesi ve Bizans”ın yıkılması [1]
3. Bizans”an kaçan bilim adamları ve düşünürlerin etkisi
Bu etkilerin nasıl olduğunu inceleyelim:
1. Haçlı Seferleri sırasında kaçırılan eserler, elde edilen bilimsel verilen üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştu.
2. Bizans”tan kaçan bilim adamlarının etkisi reform hareketlerinin başlaması
Kanat”a göre, “Orta Çağ”ın manevi hayatında devrim yapan, öğretim ve eğitim alanında da derin değişiklikler meydana getiren büyük ve yeni akıma Rönesans ve hümanizm adları verilir.
Rönesans, yeniden doğma, hümanizm ise gerçek insan eğitimi veya sadece insanlık demektir.
Yeni akımın on dördüncü yüz yılda İtalya”da başladığı, on beşinci yüzyılla on altıncı yüz yılın başlarında kuvvetlendiği ve yavaş yavaş bütün Avrupa”yı kapladığı görülmüştür.
“Rönesans deyiminden, çok vakit sanat alanında bir devrim kastedilir. Sanat tarihinde Rönesans”tan maksat eski devri incelemek ve eski devrin ideler ile çalışarak yeni bir sanat yaratmak demektir. Bu akım ve anlayış on altıncı yüz yılda Leonardo da Vinci, Raffaello ve Michel Angelo sayesinde son parlaklığını bulmuş ve bundan sonra on yedinci yüz yılda rokoko zevkinde ve üslubunda durmuştur. [2] “Mamafih, Orta Çağda eski bilimler ve eski edebiyat tamamıyla unutulmuş değildi. İskolâstik Aristo”ya öğretim ve eğitim de yedi serbest  (güzel) sanata dayanıyordu. Az da olsa bazı Lâtin yazarlarının eserleri okunmakta idi. Lâtince ortaçağ aydınlarının dili ve yüksek öğrenimin temeli sayılırdı. Bunlardan başka ortaçağda, az da olsa bazı Latin yazarlarının eserleri okunmakta idi.
3. İstanbul”un Türkler tarafından 1453 yılında fethi reform hareketlerinin başlamasının en önemli hatta yegâne sebebidir.
Avrupa düşünürleri, filozofları ve pedagogları; gerek Müslüman Arap ve Türk bilim adamlarının eserlerini ve bunlarla birlikte Yahudi ve Süryani bilim adamlarını Avrupa”ya götürerek bu eserleri genellikle Lâtinceye tercüme ettiler. Lâtince öğrenmeyi ise genellikle öğrenmeye mecbur tuttular. Bu yolla medeniyet ve bilim alanında büyük birikimler kazandılar.
İstanbul”un fethi, bardağı taşıran son damla oldu. Fatih”in İstanbul”u fethederek ve Avrupa içlerine yaptığı seferlerle Avrupa”nın önemli bir kısmını işgal etmesi yanında gücünü kaybetmiş Roma”yı fetih arzusu varken ona Batı Roma İmparatorluğu teklifi de yapılması Avrupalıları yalnız şaşkınlığa değil büyük bir korkuya da sevk etti. İşte reform hareketlerinin en önemli sebebi elde ettikleri birikimleri kullanarak yeni bir dünya düzenine geçme, Osmanlıyı yenme arzusu ve çabaları olmuştur.
Avrupa”da adeta barbar bir sosyal hayat yaşayan, şehir devletçikleri, kendi aralarında taht ve üstünlük kavgaları terk edip, krallıklar kurmaya, daha önce Haçlı seferleri münasebetiyle sağladıkları birliği daha da kuvvetlendirdikleri gibi Türklerin tartışılmaz üstünlüğünün sebeplerini de aramaya başladılar. İstanbul”un fethi, Avrupa topluluklarına büyük bir şaşkınlık ve travma yaşattı. Bu arada eş zamanlı olarak Bizans”tan kaçan bilim adamlarının çabaları ile bu şaşkınlıktan kurtula yolunu aradılar. Baymur”a göre bu şaşkınlık ve travma 50 yıl devam etti. Bizans”tan kaçan bilim adamlarıyla dönemin papazları ve bilim adamlarından oluşan toplantılar yaptılar. Bu toplantılarda İstanbul”u kaybetmelerinin ve Osmanlının üstünlüğünün sebeplerini, o dönemde bilimsel çalışmalar yürüten medreseleri, Fatih”in üstün dehası olan mühendisliğini, Enderun mektebini anlamaya çalışmış olmalılar. Bu çalışmaları da yaklaşık 50 yıl devam etti ve halkın okuma yazma öğrenmesinde daha pratik yollar aranmasına ve aşağıda açıklanacağı gibi önceki eğitimcilerin görüşlerini yeniden gündeme getirerek öncelikle eğitimde reform yaptılar.[3]  
Reform, Avrupalıların Haçlı Seferleri ile elde ettikleri birikimlerle önce filozofların ve pedagogların düşüncelerinde farklı farklı oluşmuş, -ileride anlatılacağı gibi- bu düşüncelerini farklı farklı okul ve uygulamalarla gündeme getirmişler, her asır bir öncekinden daha farklı ve ileri düzeyde gelişmeler yaratmıştır.
Bu açıdan bakıldığında başka bir münasebetle de söylendiği gibi İstanbul”un fethi siyasî ve askeri anlamda Türklerin başarısı ve zaferi, Avrupalıların hezimeti olurken; Avrupalılar bu sonuçtan yararlanmak suretiyle bu hezimetten eğitim, bilim ve teknoloji alanında başarı öyküsü yazmışlardır. [4]
Bütün bunlara rağmen Reform, yani yeniden doğma deyimi, aşağıdaki sebeplerden ötürü yerinde ve haklı bir deyimdir:
1. Yeni akım, eski edebiyat ve bilimlerden bilinmeyen ne kalmışsa hepsinin yeniden ve toptan meydana çıkarılmasına çalışıyor ve eskiye karşı sonsuz bir sevgi duygusu besliyordu.
Kilise kitaplıklarında yüzyıllardan beri unutulup kalmış olan el yazıları tekrar aranıp bulundu ve bunlar büyük bir sevinç ve heyecanla karşılandı ve Avrupa”ya yayıldı.
“Araştırmalar yalnız İtalya”da olmuyor, alp dağlarının kuzeyindeki kiliselerde de araştırmalar yapılıyor ve yeni eserler keşfediliyordu.
On dördünce yüz yılda Patrarca, Çiçero”nun birçok eserini bulmaya muvaffak olmuştu. Paggio, Quinilitianus (Quniltanus)”un hemen hemen bütün orijinal eserlerini bulup meydana çıkarmıştı. Bu eserler hümanistlerin pedagoji anlayışları üzerinde derin etkiler yapmıştır.
“Bu devirlerde İtalya”da daha birçok eser kilise kitaplıklarının tozlu ve unutulmuş köşelerinden çıkarılarak Avrupa kültür âlemine hediye edilmişti.
“Aynı araştırmalar yunan dili ve edebiyatı üzerinde de yapılmıştı. Gerçi ortaçağda tercüme maksadıyla bazı yunan eserleri üzerinde yazılar yazılıştı. Fakat Yunanistan”ın sonsuz güzelliklerle dolu olan ölmez ve orijinal eserleri keşfedilince bütün Avrupa”yı büyük bir sevinç ve heyecan dalgası kaplamıştı.
“2. Eski devrin felsefesi birçok hususlarda ortaçağ”ın dinî anlayışlarına uygun geliyordu. Skolâstik felsefe her şeyi din açısından inceliyor ve ve her şeyi öbür dünya da sağlayacağı menfaatlerle ölçüyordu. Halbuki eski devrin filozoflarında böyle bir düşünce yoktu. Onlarca her şey akıl süzgecinden geçiriliyor ve her şey gerçeklik hatırı için aranıyor ve düşünülüyordu. Ortaçağ”ın felsefesi daha ziyade dogmatik ve ölçülü idi. Eskilerin ise serbestti, ölçüsüzdü ve tamamıyla akla dayanırdı. Eski filozoflar, bilhassa sofistlerden ve Sokrates”ten sonra düşünen bireyin cemiyet hayatının geleneklerine, inançlarına ve geleneklerden sızıp gelen anlayışlarına bağlanmadan tamamıyla serbest bir surette gerçekliği aramak lüzumuna inanırlardı.
“Aynı anlayışı benimsemiş olan hümanistler eski devrin ölçülü eserleriyle yetinmeyerek bütün eserlerden faydalanmaya ve bunun için de eski devrin bütün eserlerini bulup meydana çıkarmayı önemli sayıyorlardı.
“Sonra hümanistler, insanların gerçek değerini eski eserlerde görüyor ve eski devrin eğitimini uygulamakla yeni bir insan neslinin yetiştirileceğine inanıyorlardı.
“3. Ortaçağ”da bireyler dine bağlıydı. Dindar olanlar din çerçevesi dışında düşünmekten hoşlanmıyor, düşüncelerini ve hayatlarını dinin çizdiği sınırlara göre uyduruyordu. Halbuki hümanistler, rasyonalist olmakla kalmıyor, aynı zamana bireyliğin kayıtsız ve şartsız hürriyetine de değer veriyordu. Dinin istekleri olan iman, itaat, tevazu ve dünya nimetlerinden uzaklaşma meziyetleri yeni insanın ruhuna uygun gelmiyordu. Modern insan, benliğine hâkim, düşüncesinde serbest, yaşamasında bağımsız ve iradesinde kuvvet ve kudret sahibi olmak istiyordu.
“Gerçi ortaçağ”da da kuvvetli bireylikler yetişmişti. Fakat şimdi gerçek bireylik ve kendine güvenme bilinci her yerde duruma hâkimdi.
4. Bunlarla ilgili olarak edebiyatta şekle ve üsluba bu devirde yepyeni bir anlayış girmiştir. Kendine değil şeye bağlı olan bir kimsede muhteviyat şekilden önemli sayılır. Bunun aksine olarak kendini göstermek isteyen bir kimse muhteviyattan ziyade şekle değer verir. Böyle kimseler takdir edilmeyi, alkış toplamayı daha önemli sayarlar.
“İşte bu bireysel fikirlere ve şekle önerme yüzündendir ki reformistler arasında Lâtince güzel söz söyleme moda haline gelmişti. 1515 yılında yirmi iki büyük prensin toplandığı bir mecliste üniversiteye mensup on yedi davetli tarafından Lâtince olarak yirmi iki açılış nutku söylenmiş olması, hatiplin salgınının göze çarpan başlıca örneklerindendir.
“1453 yılında İstanbul”un Türkler tarafından alınmasından sonra İtalya”ya kaçan birçok yunanlı (düşünür ve bilim adamı) reformizmin İtalya^da kökleşmesine ve kuvvetlenmesine hayli yardım etmiştir. İtalya”nın her yerinde prensler ve kontlar bilimi korumak, teşvik etmek ve ilerletmekle övünürlerdi. İtalyanlar, İstanbul”dan kaçıp İtalya”ya gelen yunanlıları kendi şehirlerine çekmek için birbirleriyle adeta yarış ediyordu.”
Hümanizmin canlanmasında Quintillanus”un yeniden okunması, incelenmesi, hatipliğin en üst düzeyde ilgi görmesi, fazilet ve bilme önem verilmesi, öğretim ve eğitim hakkındaki tavsiyelerinin uygulanması amacıyla okullar açılması, Lâtince öğretmek için okullar açılması, okullara mantık, matematik, metafizik, resim, musiki dersler konulması reform hareketlerinin başlamasında önemli olmuştur. Lâtince yanında yunan dili de okutuluyordu. Bu amaçla Homeros, Vergillius ve Çiçero”nun eserlerinden seçme parçalar inceleniyordu. Eski yazarların tarih, gramer ve edebiyat ile ilgili fikirleri incelenmeye başlandı.
Bunun ilk uygulaması da Vitorino tarafından yapılmıştır.



[1] İstanbul”un fethi ve Bizans”ın yıkılışı, Türkler açısından siyasî, askerî, ekonomik ve bilimsel bakımdan bir üstünlüğünün kesin kanıtıdır. Ancak sonuçları itibarı ile Avrupa toplumlarını uyandırması ile reform hareketlerini başlatmaları ve 250 yıl gibi bir zaman içinde Osmanlıya karşı her açıdan üstün sağlamış olmaları veğ bugünkü bilim ve teknolojideki ilerlemeli bakımından da onların yararına olduğu kanaatindeyim.
[2] Bu kitapta ismi geçen eğitimciler ve filozoflar hakkında ayrıca bilgi verilecektir.

[3] Eğitimde yapılan çalışmalar ileriki bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
[4] İstanbul adı, Osmanlılarda Konstantinapolis –Konstantin Şehri- olarak söylenmiştir. Padişah Vahdettin”in imzalamadığı ancak yetkili kurullarının imzaladığı Sevr Antlaşması ile İstanbul işgal edilmiştir. Bu işgal 6 yıl sürmüştür. Mustafa Kemal Atatürk”ün komutasındaki Türk ordusu –kuva-i Millîye- Sakarya ve Dumlupınar savaşlarını kazanıp Türk ordusu İzmir”e girmesinden sonra toplanan Lozan antlaşması ile İstanbul”u işgal eden düşman askerleri Türk Sancağını selâmlayarak İstanbul”u 6 Ekim 1923 tarihinde terk etti. İstanbul”u ikinci defa fetheden Mustafa Kemal Atatürk, Konstantinapolis adını “İstanbul” olarak değiştirdi. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ki g

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve kuru

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb