Ana içeriğe atla

ÜLKÜCÜ MİLLİYETÇİLİK 3


Etnik milliyetçilik ya da mikro milliyetçilik
Yer yüzündeki millet olan toplulukların hemen hemen hepsinde bir oldukça yüksek düzeyde nüfusu çoğunluk, bundan başka boy, aşiret, kabile gibi nüfusu daha az olan ve kendini büyük çoğunluktan farklı gören az nüfuslu topluluklar vardır. Bu toplulukların savunduğu milliyetçi görüşe etnik veya mikro milliyetçilik denir.
Bizim yukarıda ileri sürdüğümüz ülkücü milliyetçilik yukarıda da izah ettiğimiz gibi kültürel yapıda bir milliyetçilik anlayışıdır. Ülkücü milliyetçilik, vatan toprakları içinde yaşayan nüfusu ne olursa olsun tamamını kucaklayan bir anlayıştır.
Ülkücü milliyetçi olan devletin milletinde içinde birlikte yaşayan,  nüfusu daha olan toplulukların kendilerini, hâkim olan nüfusla huzur ve mutluluk içinde yaşaması için resmî dili konuşmak, vatan sevgisi, askerlik yapmak, vergi vermek, bayrağa saygı göstermek gibi asgarî ortak değerlerde buluşması gerekir. 
Etnik veya azınlık milliyetçiliği
 “Milli kimliği oluşturan, kültür, tarih ve ülkü birliği gibi hakim kültür unsurların oluşturduğu milli biz şuuru yerine; boy, aşiret, kabile, mezhep ve etniklik gibi dar kapsamlı biz şuurunu benimseyen etnosentrik nasyonalizm görüşüdür.[1]
Mikro nasyonalizm, etnik grupların, milli kültürün temelini oluşturan hâkim kültürü reddederek, onu, etnik kimliklerin rakibi veya eşiti gören siyasi ve sosyal mozaik fikrini ortaya atar.
Hâkim kültürü de basit bir etnik grup gibi düşünülmesi gerektiği fikrini savunur. Azınlık kültürlerin inkârı ve asimilasyonu etnik milliyetçilik duygusunun gelişmesinde önemli bir etken kabul edilir.”[4] 
Kendini sosyal bağlarla ve ortak kültürle tarif eden ve bütünleştirici bir niteliğe sahip olan kültürel milliyetçilikten ayrılır.
Emperyalist ve kapitalist devletler, yer altı ve yer üstü zenginlikleri olan devletlerin zenginliklerini alabilmek için toplumdaki azınlık veya küçük toplumları ayrı birer devlet yahut kanton hâline getirmek için çalışır. Bugün Orta Doğu”nun durumu tam da budur. [2]


[1] Etnosentrizm (Yunanca ethnos halk ve centre merkez kelimelerinden Fransızca:éthnocentrisme) ya da Etnik merkezcilik; bir aşirete, kabileye, boya ve benzeri etnik gruba bağlılık ile tarif edilen, bir kimsenin kendi kültürünü temel olarak alması ve diğer kültürleri kendi kültürü açısından değerlendirmesi ile tarif edilen Etnosentrizm (Vikipedi)
                 
[2] Son zamanlarda bası siyasiler de BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) çerçevesinde Türkiye toprakları üzerinde yaşayan etnik veya dinsel farklılıkları olan toplulukları âdeta kışkırtan ve teşvik eden konuşmalar yapmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ki g

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve kuru

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb