Ana içeriğe atla

MEDENİYET FELSEFESİ

MEDENİYET VE PEDAGOJİ TARİHİ adlı kitabımın sanırım onuncu cildini de tamamladım. Sanırım diyorum çünkü sayfa numarası vermediğimden. Buraya kadar öğrendiklerime dayanarak Medeniyet Felsefesi başlıklı yazımı eleştirilerinize sunuyorum. Saygılar.

MEDENİYET FELSEFESİ [1]
 Medeniyet, tek cümle ile tabiatın ve insan aklının imkânlarından en üst düzeyde yararlanarak huzur, güven ve refah içinde yaşamasının adıdır.
Bu nedenle tabiatın ve insan aklının gücü ve imkânlarını doğru olarak tanımak, bu imkânları ve gücü en doğru şekilde kullanmak ve bundan da bir sonuç çıkartmaktır.
Medeniyet, insanoğlunun kendine ve tabiata hükmetmesinin formüler ifadesidir. İnsanların kendine ve tabiata hükmetmesinden maksat insanın, kendini ve tabiatı iradesi altına almasıdır.
İnsanlar, tabiatı iradesi altına almak veya ona hükmetmek isteği neticesinde önce tabiatın insanlara verebileceği imkânları ve yasalarını araştırmış, sonra bu yasalara uygun olarak bilime yönelmiş, bilimle elde ettiği neticeleri ise teknolojiye çevirerek meyvelerini yemeye ve kullanmaya başlamıştır.
Bu anlamda medeniyet kavramına iki açıdan bakabiliriz.
Bunlardan birincisi insanın birey olarak medeniyeti yaratmaya katkısı ve medeniyetin ortaya koyduğu kanun ve kurallara uymasıdır. Medeniyet çerçevesinde kişinin kanun ve kurallara uyması bir taraftan bireysel sosyoloji yani kişisel psikoloji, öte taraftan hak ve hukuk, başka bir yönü ile ahlâkî düşünce ve davranışları ifade eder.
Sosyo-psikoloji açısından bireyin medenî davranışlarını toplumun medenî davranışlarından yani toplumsal kültürden bağımsız düşünemeyiz, zaten olmaz da.
Toplumun sosyolojik yapısı, insanın biyolojik yapısına benzer. Nasıl ki vücut, içine giren bir yabancı maddeye karşı tepki gösterir ve onu dışarı atmak isterse toplum da kendi gibi düşünmeyenleri ve yaşamayanları dışarı atar, cezalandırır ve hatta yok eder.
Gözümüze bir toz girdiğinde göz bir salgı ile onu dışarı atmaya çalışır; elimize bir kıymık battığında burası iltihap ile tepki görür, midenin istemediği bir yiyecek nasıl ishal yaparsa ve vücut nasıl ki bir kanser hücresi ile mücadeleyi kaybettiğinde ölürse; tıpkı bunun gibi, toplum dahi yaşayış ve anlayışına uygun olmayan düşünce ve yaşayış biçimlerine tepki gösterir ve onu dışarı atar, eğer buna gücü yetmez ise toplumsal varlığını kaybeder.
Toplumlar bu yabancı fikirlerle mücadele ederken bunları vücudun gördüğü gibi mikroplar gibi görür ve bunları kendinden uzaklaştırır, Hıristiyanlıktaki aforoz gibi, daha ileri giderek öldürür, Sokrates gibi. [2]
İhtimal ki bazı okuyucular farkına vararak tabiata bütünüyle hükmetmenin mümkün olmayacağını düşünebilirler. Pek tabiidir ki bir volkan patlamasına, sele, tsunamiye, depreme veya heyelana, çığ düşmesine, yıldırıma ve daha başka doğal yahut insan kaynaklı felaket ve kazalara karşı duramayız, yani onu kontrol edemeyiz. Düşünceleri salt bu noktada ise haklıdırlar.
Ancak hükmetmenin bir cephesi de tedbirle kontrol altına alarak hükmetmektir. Madem ki zaman zaman patlayan ve lâv püskürten bir yanardağ var, o halde onun yakınına yerleşim yeri kurmamak gerek. Böylece tabiatı karşımıza alıp ona savaş açarak değil onunla barışık olarak tedbir almakla da tabiata hükmetmiş oluruz. Kaçınılmaz trafik kazalarına karşı kaçınılacak şekilde kurallara uyulursa tedbirli kontrol altına alınmış olur. Nasıl ki yıldırım için paratoner icat edilmişse.
Tabiat açısından bakıldığında bu, bir anlamda tabiatın da insanları yönlendirmesine ve insanları kendilerini kontrollü ve tedbirli olmaya zorlamasıdır.
Evren ve onun içinde çok küçük bir uydu olan Yerküre var olurken onun bütün kanunları ile var olmuş yahut yaratılmıştır. [3]
Medeniyetin ayaklarından birini teşkil eden bilim, bu kanunları bularak veya keşfederek tabiatı insanın emrine vermiştir. Tabiatı emri altına almak, ona hükmetmek ise insanoğlunun lojik ve science (sayns) yahut zihinsel ve maddesel bilimleri icat veya keşfetmesiyle mümkün olmuştur.
Bunun için fizik, kimya, matematik, astronomi gibi bilimlerle tabiat kanunlarını keşfetmişler ve bu keşifleri sonucunda sayns bilimleri icat ederek elde ettikleri sonuçları teknolojiye dönüştürmüşlerdir. Bu ilimlerin maddesel unsurları tabiatta mevcuttur.
İkinci bir iş daha yapılmıştır ki o da lojik yani zihinsel veya akıl bilimleridir: İnsanı tanımak için psikoloji, toplumu tanımak için sosyoloji, yer altını tanımak için jeoloji ve nihayet diğer lojik bilimleri icat etmişlerdir.



[1] Dr. Nusret Alperen
[2] Bilhassa Orta Çağ Medeniyet Tarihini incelerken pek çok bilim adamının, filozofun öldürüldüğü, cezalandırıldığı veya sürgün edildiği görülecektir. Galile gibi.
[3] Bkz. Evrenin Yaratılışı, Yerkürenin Yaratılışı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ki g

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve kuru

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb