Ana içeriğe atla

MİLLET ve TÜRK MİLLETİ


MİLLET ve TÜRK MİLLETİ
Millet; geçmişinde sevinçleri, acıları, zaferleri ile tarih birliği, hâlde duygusal ve kültürel birliğiyle birlikte yaşadığı, sosyal sözleşme ile huzur ve güven içinde yaşadığı ve gelecek için müşterek idealleri/ülküleri olan insan varlığına denir.
Aynı millet duygu ve idealini taşıyan insanlar ayrı vatan topraklarında yaşayabilirler. Dinleri ve dilleri de ayrı olabilir. Bu anlamda halen yaşamakta olduğu vatan toprakları üzerinde yaşayanların mutlu, güvenli ve bir arada yaşama ve kaderde, kıvançta, tasada ortak sevinç ve duygularla birbirlerine bağlı ve saygılı olmak önemlidir.
Millet, aynı coğrafya üzerinde yaşayan insanların toplamı değil, onların ortak duygu, düşünceler ve idealler etrafında kaynaşık bütünlüğüdür.
Bu kaynaşık bütünlüğün içinde yer alan her bireye vatandaş denir.
Farklı vatan coğrafyasında yaşayan, hatta farklı dini ve dili olan ancak aynı millete mensup olma duyguları ile bağlı olanlar da aynı millet tanımının içine yer alır. Örneğin:
Yüzlerce yıl öce Orta Asya’dan Amerika kıtasına yerleşerek İnka, Maya adını alan, Avrupa topraklarına Hun adıyla giren, Anadolu ve Orta Doğu topraklarına Sümer adıyla yerleşen, Etrüsk adıyla İtalya’da yer bulan Türklerin dilleri de dinleri de farklıydı ama hepsi de Türk’tü, hepsi de Orta Asya’dan çıkmıştı. Hepsi de gittikleri yere hem medeniyetlerini de götürmüşler hem de medeniyetlerini yerleştirmişlerdir.
Birçok imparatorluk, devlet, beylik, hanlık, hakanlık kurmuş olan Türkler, gittikleri yerlerde farklı dilde ve farklı dinde olan insanlarla birlikte yaşamışlardır. Bir kısmı asırlar içinde asimile olmuşlarsa da Bulgarlar, Macar adı altında Hunlar  (Hungarya) varlıklarını sürdürmektedir.
Bu açıdan baktığımızda Türklerin milletleşme sosyolojisi başka milletlerin sosyolojisinin yasalarından farklı bir seyir gösterir.
Bilhassa Son bin yıl içinde Avrupa’da hakimiyet kurmuş Osmanlı-Türk (Devlet i Âli-i Osmanî) hanedanlığı tarih sahnesinden çekildikten sonra yerine devam eden Türkiye Cumhuriyeti topraklarında da aslı Türk olan boyu ve soyu adı bakımından farklı olan Türk unsurları ile Rum, Ermeni gibi farklı soydan olan insanlarla birlikte önceki zamanlarda olduğu gibi mutlu olarak birlikte yaşamaktadır.
Medeniyet ve siyasî tarih gösteriyor ki Türk milleti bilinen tarihi içinde 8 bin yıldan beri devletler kurmuş, devletleri dağılmış, yine yerine devletler kurmuştur. Tarihin her zamanında yeryüzünde en az üç-beş Türk devleti var olmuştur. Yer yüzü Türk devletsiz kalmamıştır.
Bu anlamda devlet kurmak bir gelenek hâline gelmiştir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670)

JAN AMOS COMENİUS (1592-1670) Döneminin önemli düşünürlerinden biridir. Önemi ise, birçok fikrinin günümüzde bile uygulanabilir olmasıdır. Lâtince ve ilahiyat tahsil etmiş. Eğitimdeki aksaklıkları görmüş ve düzeltmek istemiştir. Birçok ülke ve şehir dolaşmış, birçok okulda öğretmenlik ve hayatının son döneminde papazlık yapmıştır. Bacon, Ratka ve Vives”in etkisinde kalmıştır. İngiltere”, İngiliz okullarını ıslah etmek üzere davet edilmiş, burada bütün bilimleri bir araya toplayacak bir ansiklopedi (pansofi) yazmak istemişse de başarılı olamamıştır. “Comenius, muhtelif işlerde çalışmış ve muhtelif problemler üzerinde kafa yormuştu. İlk önce papaz sıfatıyla mezheplerin ortadan kaldırılmasına gayret etmişti. Mezhep savaşları ile Avrupa”nın tam bir sefalete ve fakirliğe düştüğünü gören Comenius, bu işin çok önemli olduğuna kanaat getirmişti. Fakat sakin bir hayat yaşayamadığı ikide birde göç etmek zorunda kaldığı için bu idealini gerçekleştirmeye muvaffak olamamıştı.  Bereket ki g

MONTAİGNE"nın eğitime ilişkin görüşü.

MİCHEL MONTAİGNE  1533-1592 Fransız edibi ve Rönesans filozofu. Görüşlerini dilimize de çevrilen Denemeler (Essais) adlı eserinde toplamıştır. Denemeler isimli bu eser dilimize çevrilmiştir. “Denemeler isimli eserinde hayata yakın ve çocuğun tabiatına uygun bir eğitim tarzını savunmuş, devrinin Latin okuluna ve bu okulda uygulanan korkunç ezberciliğe, ölü bilgilere ve otoriteye dayanan sert ve katı eğitim anlayışına karşı çıkmıştır. [1] “Bunun yerine serbest şekilde karşılıklı konuşmayı öğretim metodu olarak tavsiye etmiştir. Buna rağmen o da eski dillerin öğretilmesinden vaz geçmemiş, yalnız canlı mükâleme alıştırmalarıyla basitleştirmelerini ve kolaylaştırmalarını istemiştir. [2] Beden eğitiminin eğitsel değerini bilhassa belirtmiştir. Aile ocağını çocukların eğitimi için elverişli bulmamakta, hakiki terbiyenin eğiticilerle çocukların bir arada bulunmaları sayesinde mümkün olabileceğini ileri sürmüştür” (R.G. Arkın, s.318). “Eserinin yirmi beşince bölümünde, köksüz ve kuru

Medeniyeti oluşturan unsurlar

Medeniyeti oluşturan unsurlar Bugün ulaştığımız medeniyet seviyesine ulaşmamız en başından itibaren 70-80 bin yıllık insanlık macerasının eseridir. Medeniyetin oluşturulmasında insanın iç ve dış dünyası olmak üzere iki ana unsurdan söz edebiliriz: İç dünya unsurları: zekâ/akıl ve içgüdüler Bu maceranın en başında konuşma anlamında dilin oluşmuş olması gelir. Tabiîdir ki dilin oluşması için insanın doğuştan getirdiği aklını/zekâsını kullanabilmesi gerekir. [1] İnsan ve diğer canlılar doğarken zekâ ile birlikte içgüdülerle ve reflekslerle de donatılmıştır. Refleksler, bir canlının hayatını devam ettirebilmek için kullandığı bilinçdışı davranışlardır. Canlının kendini koruması yönünde etkinliği vardır. Başka bir söyleyişle canlıyı tehlikeye karşı koruyan bilinç dışı etkinliklerdir. Bunlar öğrenilmez ve hatta eğitilemez. İçgüdüler de doğuşla gelir ve kişiyi amaçlı ve bilinçli etkinliklere yöneltir. İçgüdülerin en temel özelliği insanlarda ve bazı hayvan türlerinde eğitileb